Hollanda'da ekşi maya sayesinde tanıştığım Amerikalı arkadaşım ve eşi bizi Türkiye'de ziyaret etmeye geldi. Beş günlüğüne geldiler, haliyle hızlandırılmış bir İstanbul deneyimi oldu diyebilirim. Elbette gezilmesi gereken her yeri gezmeye vakit olmadı, denenmesi gereken her şeyi denetemedik. Yine de bu beş günün hakkını verdiğimizi düşünüyorum. Size de İstanbul hakkında biraz fikir olması açısından bu yazıyı yazıyorum. Belki bizim gibi yurt dışından misafiriniz gelir, belki siz İstanbul'a ilk defa gideceksinizdir, belki İstanbul'da yaşıyor olduğunuz halde nasılsa bir gün gezerim diye bir yere çıkmıyorsunuzdur.
Birinci Gün
Birinci Gün
İlk gün misafirlerimizi havaalanında karşıladık ve direkt eve geçtik, zaten akşam olmuştu, yemektir şudur budur evden çıkmadık. Yemek menüsü: mercimek çorbası, karnıyarık, arpa şehriyeli pilav, yoğurt. Daha Türk nasıl olunur bilen varsa beri gelsin. :)
İkinci gün
Önce simit eşliğinde ev usulü güzel bir Türk kahvaltısı, ardından ver elini Kadıköy. Moda’da kısacık bir yürüyüş. Ardından vapur. Vapura binmeden önce simit almayı unutmadık tabii ve vapurda martılara simit attık. Bir yandan da sahlep içtik. İstanbul’a geleli daha deniz görmemiş olan benim için de çok güzel anlardı. Özlemişim. İstanbul’la alakalı en sevdiğim şey vapura binmek ve martılara simit atmak. Simit parçalarını yakalamaya çalışan martılara hayranlıkla bakmak. Başka hiçbir yeri gezip görmesem bile bu kadarı bana yetse de bir yerlere gidip gelirken hayatın koşuşturmacası vapuru bir lüks haline getiriyor. Marmaray varken vapura binmek vakit kaybı gibi geliyor. Halbuki deniz onca koşuşturmanın arasında bir nefes alış, tefekkür, kafa dinleme fırsatı sağlıyor. Misafirlerimize de İstanbul’u gezdirmeye denizinden başladık, tabii güzel bir başlangıç hatıraların daha iyi hatırlanmasına vesile.
İkinci gün
Önce simit eşliğinde ev usulü güzel bir Türk kahvaltısı, ardından ver elini Kadıköy. Moda’da kısacık bir yürüyüş. Ardından vapur. Vapura binmeden önce simit almayı unutmadık tabii ve vapurda martılara simit attık. Bir yandan da sahlep içtik. İstanbul’a geleli daha deniz görmemiş olan benim için de çok güzel anlardı. Özlemişim. İstanbul’la alakalı en sevdiğim şey vapura binmek ve martılara simit atmak. Simit parçalarını yakalamaya çalışan martılara hayranlıkla bakmak. Başka hiçbir yeri gezip görmesem bile bu kadarı bana yetse de bir yerlere gidip gelirken hayatın koşuşturmacası vapuru bir lüks haline getiriyor. Marmaray varken vapura binmek vakit kaybı gibi geliyor. Halbuki deniz onca koşuşturmanın arasında bir nefes alış, tefekkür, kafa dinleme fırsatı sağlıyor. Misafirlerimize de İstanbul’u gezdirmeye denizinden başladık, tabii güzel bir başlangıç hatıraların daha iyi hatırlanmasına vesile.
Eminönü’nde indiğimizde çoktan büyülenmişlerdi ve hayran hayran etrafa bakıyorlardı. Alt geçitten geçerken, Yeni Camii’ye bakarken, kalabalıkların arasından kendimize yol açmaya çalışırken her şeyi sevdiler, her şeyde bir güzellik buldular. Aslında bu arkadaşlarımızın en sevdiğim özelliklerinden biri. Karşılarına ne zorluklar çıkarsa çıksın bir güzel taraf bulmayı başarıyorlar ve morallerini bozmuyorlar. Böyle insanlarla arkadaş olmak ömür uzatır, bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum. Bakış açılarındaki güzellik bulaşıcı.
Yeni Camii’nin arkasına doğru belediyenin yeri var, orada oturup çay içtik mesela. Deniz görülmediği için biraz üzülmüştüm ama onlar sırf insanları izlemenin bile keyifli olduğunu söylediler. Ve o kafede oturup insanları izleyerek çay içtiğimiz yarım saatin günün en iyi anlarından olduğunu söylediler sonrasında.
Eminönü’ne gelip de balık ekmek yememek olmaz dedik. Deniz kenarında güzelce bir lokantada balık ekmeklerimizi yedikten sonra yarımada turumuza başladık. Mısır Çarşısı, Sirkeci, Gülhane Parkı, Sultanahmet, Ayasofya oradan Çemberlitaş ve Kapalı Çarşı...
Ve sonra eve dönüş.
Üçüncü Gün
Taksim ve civarını gezdik. Hava yağmurlu, rüzgarlı ve soğuk olmasına rağmen moralimizi bozmadık. Galata Kulesi’ne çıkarız diyordum ama ona ne vaktimiz ne halimiz kaldı. İçimde ukte olarak kaldı. Galata’dan Haliç Sosyal Tesisler’e yürüdük. Galata Köprüsü’nü geçtik. Tam akşamüzeri hava kararmak üzereydi ve güzel manzaralar çıktı. Akşam yemeğini annemlerle birlikte Haliç’te yedik. Çok güzeldi çok.

Dördüncü Gün
Artık biraz dinlenelim dedik. O kadar yürümenin üzerine bol oturmalı bir gün olsun dedik. Ben Amerikalı arkadaşımı diğer arkadaşlarımla tanıştırmak istiyordum, kızlar erkekler olarak ayrıldık. Erkekler Optimum’a alışverişe gitti (bu pek de iyi bir fikir değilmiş, alışveriş yapmak yerine oturup kebap yemişler) biz de Küçük Çamlıca’ya gittik. Küçük Çamlıca Köşkü’nün hem manzarası hem de tatlıları şahaneydi. Oturup sohbet ettik, arkadaşlarımdan biri Hollanda’ya gelin gidecek, Hollanda’dan gelen arkadaşımla arasını yapıyorum ki orada görüşmeye devam etsinler heheh.
Beşinci Gün (Son Gün)
Günler jet hızıyla akıp giderken son günümüzü de çok şükür dolu dolu geçirmeyi başardık.
Önce Üsküdar’da Kız Kulesi’nin karşısındaki oturma yerlerinde çay içip denizi izleyerek güne başladık. Üsküdar’da yaşıyor olmama rağmen hiç yapmadığım bir şeydi bu, benim için de çok güzel bir deneyim oldu. Denize nazır, güneşin sıcaklığı havanın soğuğuyla yarışıyor, hafiften bir rüzgar...
Günler jet hızıyla akıp giderken son günümüzü de çok şükür dolu dolu geçirmeyi başardık.
Önce Üsküdar’da Kız Kulesi’nin karşısındaki oturma yerlerinde çay içip denizi izleyerek güne başladık. Üsküdar’da yaşıyor olmama rağmen hiç yapmadığım bir şeydi bu, benim için de çok güzel bir deneyim oldu. Denize nazır, güneşin sıcaklığı havanın soğuğuyla yarışıyor, hafiften bir rüzgar...
Üsküdar’dan vapurla Eminönü. Daha sonra hem çinilerinin güzelliğiyle dillere destan hem de çok ünlü olmayan Rüstem Paşa Camii’ne gittik. Ne yazık ki cami restorasyondaydı ve çinilerden eser yoktu. Tahtakale’yi dolaştıktan ve biraz alışveriş yaptıktan sonra Süleymaniye Camii’ne gittik. Süleymaniye benim en sevdiğim cami. Bahçesi, çevresi çok huzur dolu geliyor. Sevilmeyecek gibi değil. Ve Süleymaniye'ye gitmişken kuru fasulye pilav yememek olmazdı. Yemeklerimizi yedik. Oradan da civardaki kafelerden Ağa Kapısı’na geçtik. Önümüzde deniz, yanımızda sevdiğimiz insanlar, masamızda çaylar...
Akşama doğru da vapurla eve döndük.
Denize doyduk. Ve arkadaşlarımızla olan vaktimizin de sonuna gelmiş olduk. İstanbul’u turist gözleriyle görmek de pek güzel geldi. İstanbul’u daha çok sevdik.
Denize doyduk. Ve arkadaşlarımızla olan vaktimizin de sonuna gelmiş olduk. İstanbul’u turist gözleriyle görmek de pek güzel geldi. İstanbul’u daha çok sevdik.
Nedense gezerken fotoğraf çekmek pek aklıma gelmemiş. Anı yaşamakla meşgul olduğumdan mıdır nedir. :) Bu yazıdaki fotoğrafların çoğu misafirlerimiz tarafından çekildi. Onu da belirtmiş olayım.