Kapalı alan korkum vardı. Açık alan ve diğer korkularım gibi. Eksik kalmasın hiçbiri. Dışarı tek başıma çıkamıyordum, içeride de başkalarıyla duramıyordum. Dışarıdaki tehlikeler hiç de az değildi. İnsanlar hapşırıyor, tüm hastalıklarını, cerahatlerini duvarlara ve kaldırımlara bulaştırıyorlardı. Tanımadıkları insanlarla koyun koyuna yürümekte beis görmüyorlar, başkalarının ayak uçlarına virüslü balgamlarını bulaştırıyorlardı. İçerideyse farklı tehlikeler vardı. Duvarlar daralarak her yerimi sarıyordu. Ben iki duvar arasında bir böcek gibi ezileceğimi düşünüyordum. Başımı omuzlarımla birlikte bir şeyler eziyor, ölmüşüm de üzerime toprak atılıyormuş gibiydi, nefessiz kalıyordum.
Ateş de yakamazdım korkumdan, ateşin iştahı beni korkuturdu. En basitinden bir çakmak bile beni küle dönüştürmek için yanıp tutuşuyor gibi görünürdü. Gürül gürül yanan ocak bana dehşet verirdi. Yemek yapmayı filan toptan bırakmıştım ama başkasının yaptığı yemeği yerken bile eti ve sebzeyi halden hale sokan ateşi düşünmekten iştahım kesilirdi. Ama tüm bu korkularım birdenbire hasıl olmadı hatta o kadar yavaş oldular ki fark edilmesi çok uzun sürdü. Hiçbirinin bir başlangıç noktası yok. Çocukken de dışarı çıkmayı pek sevmezdim. Birkaç kere mahalleden çocuklarla bilye oynadığımızı hatırlıyorum. Akşam ezanıyla evde olunması gerekiyordu, tatillerde babam için bile bu kural geçerliydi. Kırk yılın başında çıkıyor olmama rağmen bir keresinde ezanı kaçırmıştım. O akşam annem yemek yememe müsaade etmemiş, beni sabaha kadar kilerde kilitli tutmuştu, o zaman da kapalı yerlerden pek hoşlanmıyordum ki annem bunu bir ceza olarak reva görmüş. Annem biraz tuhaftı ama başka türlüsünü bilmeyince tuhaf gelmiyordu bana. Oturma odasının kapısı her daim kilitliydi. Anahtar deliğinden baktığımda çöp yığınlarını görüp oraya çöp oda ismini takmıştım. Yıllar sonra teyzem çöp odayı görünce annemi zorla kolundan çekip doktora götürmüştü. O zaman anlamıştım çöp odanın ve annemin tuhaf olduğunu ama geç olmuştu sanırım, bir yıllık evliydim.
Eşimle ilk birkaç ay çok iyiydik. Sonra eskisi gibi ahbaplarıyla alemler yapası tuttu. Geceleri içkili gelir oldu. Bazı geceler hiç gelmedi. Bir güruh serseriyi bana tercih etmesi yeteri kadar kötüydü ama onu bekleyerek geçirdiğim koca bir gecenin sonunda yorgana sarılarak uyumak mı daha kötüydü, geceleri alkollü soluğunu ensemde duyarak uyumak mı bilmiyorum. Hır gür çıkartmadım ama içimde korkularım gibi küçük küçük büyüyen bir nefret yumağı oluşuyordu. Bir gün gece yatmadan önce gece lambasını kapatmadan uyusam da olur diyordum, diğer gün odanın ışığı da açık kalırsa iyi olur diyordum. Sonunda tüm odaların ışıklarını yakmadan uyuyamaz oldum. Önce eşimin geç gelmelerinden nefret ediyordum, sonra eşimden nefret ettim sonunda nefretim onu aştı ve eşyalarına sıçradı. Tıraş setinden, pantolonlarından, elini değdirdiği gazetelerden nefret etmeye başladım. Kullandığı tabakları ve bardakları kullanmamaya gayret ediyordum. Dokunduğu her şey iğrenç bir tabakayla sarılmış gibi hissediyordum, gömleklerini ütüledikten sonra ellerimi deterjanla ovalıyordum. Tiksintim gömleklere dokunamaz düzeye geldiğinde ütü yapmaktan vazgeçtim. Başta esti kükredi ama sonra kendi ütülerini kendi yapmaya razı oldu. Ellerime poşet geçirerek makineyi boşaltmama şahit olduktan sonra çamaşırları yıkamayı da kendisi teklif etti. Muhtemelen yaptıkları yüzünden içten içe vicdan azabı duyuyor, o zamanki halimden tamamen kendini sorumlu tutuyordu.
Her yere yayılmış çakmakları ve sigara paketleri beni onlardan da tiksindiriyordu. Kahvaltıda istisnasız yaktığı sigarasının ucundaki kıvılcımdan da nefret ediyordum. Böylece nefretimle korkum karışmış oluyordu ve giderek büyüyorlardı. Yemekleri dışarıdan yemeye başladık, para yetişmeyeceğini anlayınca görevi eşim devraldı. Durumum ağırlaştıkça beni yalnız bırakmamaya daha çok gayret gösterdi. Çabasını gördükçe olanca nefretime ara verip ona acıdığım bile oluyordu ama hemen dışarıdaki ve içerideki tehditlere dikkat kesilmeye devam ediyordum .
Yemek de yiyemez olunca epey kilo verdim. O zaman annemin akıbetine uğradım ve eşim bu işin kendisini aştığını anlayıp beni hastaneye yatırdı. Hiç duymadığım korkularla sarsılıyordum dışarı çıktığımızda. İğrençlik tüm insanlara bulaşmış, olanca çirkinlikleriyle sırıtarak yürüyorlardı. Hastanenin beyaz koridorları küflü bezler gibi kokuyor bu koku bile göğsümde tarifi imkansız bir acıya neden oluyordu. Asansöre binmenin imkansızlığını içeriyi görür görmez anlamıştım. Daracık bir kutuydu, beş altı kişi sıkış sıkış duvarların suyumuzu çıkartmasını bekleyecektik. Sadece içinde olmayı düşünmek bile fenalık geçirmeme neden oldu. Ellerinde şırıngalarla hemşireler gelip bana sakinleştirici vermek zorunda kaldı.
Beni küçük bir odaya yerleştirdiler. Eşim akşama kadar yanımda kaldı. Akşam olunca yarın yine geleceğim diyerek odadan çıktı. İlaçların etkisi yüzünden doğru düzgün hareket edemiyor, konuşamıyordum. Ama o korku ve nefret karışımı hissin yoğunluğunda hiçbir azalma yoktu. Kapı kapanırken arkasından nefretle baktım.
----------------
Not: Ek zorluklardan yalnızca birini uyguladım.
Bu haftayla ilgili bilgiler ve diğer hikayeler: gurbilra
Bu alıştırmaların ne olduğuyla ve nasıl katılındığıyla ilgili bilgiler: alistirma.tumblr.com