Herkese merhaba. Bu haftaki yazımda bir süredir kafamda evirip çevirdiğim ama bir türlü cümlelere dökmediğim bir meseleden bahsedeceğim. “İhtiyaç yanılgısı” mükemmel olmasa da benim şimdilik bulabildiğim en uygun tanımlama bu mesele için. Ne anlama geliyor, neleri kapsıyor, bundan nasıl kaçınabiliriz sorularına cevaplar vermeye çalışacağım.
Öncelikle ne demek istiyorum? Artık dillere pelesenk olmuş bir ifade var, kapitalizm istekleri ihtiyaç gibi gösterir ve daha çok tüketmeye insanı teşvik eder. Bu doğru ve birçoğumuzun da bunun farkında olduğuna eminim. Benim aydınlanmam bizzat yaşayarak oldu. Hollanda’da geçici ve geçici olduğumuzun epey farkında olarak yaşıyoruz. Buradaki eşyalarımızın hepsini Türkiyeye götüremeyeceğimizin farkındayız. Kalan eşyaların başımıza iş açacağını da biliyoruz. Ya yüksek meblağlar ödeyerek çöpe atacağız (büyük eşyaları öylece kapının önüne atamıyorsunuz, ancak özel çöp merkezlerine götürüp üstüne de ücret ödeyip elinizden çıkartabilirsiniz) ya satmaya uğraşacağız ya da birilerine vereceğiz ki elinden eşya çıkartmaya çalışan bizim gibi niceleri olduğu için bazen bedavaya bile verecek kimse bulamıyorsunuz. Velhasılı fazla eşya bize sıkıntı verecek, öyle ya da böyle. Bu nedenle ister istemez minimalist bir hayatımız var, en azından büyük eşyalar söz konusu olduğunda.
Kesinlikle az eşyayla idare ediyorum falan filan demek istemiyorum. Asıl söylemek istediğim tam tersi. Az eşyayla gayet kaliteli bir yaşam sürdürebiliyorum. Meğerse tost makinesi olmadan da oluyormuş ya da mikrodalga ya da on iki kişilik yemek takımı. Canım tost istediğinde tavada yapabiliyorum, kupalarımızın adı su bardağı değil diye onlarla su içilmiyor mu? İçiliyor. Tabak desenlerinin birbirleriyle aynı olmaması dünyanın sonu mu? Değil. Ütü yapabilmek için illa ütü masası mı gerekiyor? Halının üstü, masanın üstü, yatağın üstü, her yer ütü masası olabilir.
Ha ama tabii ki bizim de istekleri ihtiyaçlaştırdığımız vaki. Kettle olmazsa olmazımız mesela. Biri bozulur bozulmaz hemen yenisini aldık, halbuki su ocakta da kaynar ama işte acelemiz var. Kahve makinemiz de var mesela, ekmek kızartma makinemiz, kalp şeklinde kurabiye kalıbımız bile var... Böyle saymaya kalksam “olmasa da gayet yaşanır” diyebileceğimiz eşyamız çok. Öyle minimalistlikte çığır açmış filan değiliz. Yine de bir nebze o ana akım tüketim çılgınlığından uzaklaşmış olmak insana bambaşka bir bakış açısı sağlıyor. Ben bu bir buçuk yılda meğerse ihtiyacım olmayan birçok şeyi ihtiyaç sanarak yaşamış olduğumu fark ettim. Üstelik konforumdan da ödün vermiş değilim.
Gelelim bu ihtiyaç yanılgısının bir başka boyutuna. O da “filan eşya olmadan şu işi yapamam” yanılgısı. Kız kardeşim evde spor yapmaya başlamayı düşünüyordu. Ama mat almadan başlayamayacağını sanıyordu. Elbette kendince rasyonelleştirmeleri vardı, size şu an anlamsız gelse de o gerçekten de bir mat almadan spor yapamacağına inanıyordu. Sonra mat aldı, bir iki gün spor yaptı ve bıraktı. O mat şu an odanın bir köşesinde rulo halinde belki iki senedir dokunulmamış bir halde duruyor.
Kendimize ait bu tür yanılgıları fark etmek biraz daha zor. Mesela resim çizmeyi öğrenmek isteyen birinin profesyonel bir kalem takımı olmadan öğrenmeye başlayamayacağını sanması. Halbuki ilk dersler yuvarlak çizmek, kare çizmek, çizgi çizmek filan, eline tahta kalemi alsa bile olur, çocukluğundan kalan kırık pastel boyalar bile işe yarar. Ama o önce bir kalem takımı alması gerektiğini sanıyor.
Para biriktirmeyi düşünen birinin ilk iş olarak kumbara almak zorunda hissetmesi ya da. O kumbarayı alacağın parayı kışlık montunun cebine koy, mis gibi kumbara.
Hayatını düzene koymak isteyen birinin aklına ilk gelen şeyin ajanda satın almak olması. Halbuki bir kenarına not alabileceği bir defter illa ki vardır. Çok iyi biliyoruz ki o ajanda bitmeyecek.
Kurabiye yapmak isteyen birinin kurabiye kalıbı olmadan kurabiye yapamayacağını sanması (bknz ben). O kalıbı aldığımdan beri sadece bir kere kullandım. Pek de şaşırtıcı değil, değil mi?
Öncelikle ne demek istiyorum? Artık dillere pelesenk olmuş bir ifade var, kapitalizm istekleri ihtiyaç gibi gösterir ve daha çok tüketmeye insanı teşvik eder. Bu doğru ve birçoğumuzun da bunun farkında olduğuna eminim. Benim aydınlanmam bizzat yaşayarak oldu. Hollanda’da geçici ve geçici olduğumuzun epey farkında olarak yaşıyoruz. Buradaki eşyalarımızın hepsini Türkiyeye götüremeyeceğimizin farkındayız. Kalan eşyaların başımıza iş açacağını da biliyoruz. Ya yüksek meblağlar ödeyerek çöpe atacağız (büyük eşyaları öylece kapının önüne atamıyorsunuz, ancak özel çöp merkezlerine götürüp üstüne de ücret ödeyip elinizden çıkartabilirsiniz) ya satmaya uğraşacağız ya da birilerine vereceğiz ki elinden eşya çıkartmaya çalışan bizim gibi niceleri olduğu için bazen bedavaya bile verecek kimse bulamıyorsunuz. Velhasılı fazla eşya bize sıkıntı verecek, öyle ya da böyle. Bu nedenle ister istemez minimalist bir hayatımız var, en azından büyük eşyalar söz konusu olduğunda.
Kesinlikle az eşyayla idare ediyorum falan filan demek istemiyorum. Asıl söylemek istediğim tam tersi. Az eşyayla gayet kaliteli bir yaşam sürdürebiliyorum. Meğerse tost makinesi olmadan da oluyormuş ya da mikrodalga ya da on iki kişilik yemek takımı. Canım tost istediğinde tavada yapabiliyorum, kupalarımızın adı su bardağı değil diye onlarla su içilmiyor mu? İçiliyor. Tabak desenlerinin birbirleriyle aynı olmaması dünyanın sonu mu? Değil. Ütü yapabilmek için illa ütü masası mı gerekiyor? Halının üstü, masanın üstü, yatağın üstü, her yer ütü masası olabilir.
Ha ama tabii ki bizim de istekleri ihtiyaçlaştırdığımız vaki. Kettle olmazsa olmazımız mesela. Biri bozulur bozulmaz hemen yenisini aldık, halbuki su ocakta da kaynar ama işte acelemiz var. Kahve makinemiz de var mesela, ekmek kızartma makinemiz, kalp şeklinde kurabiye kalıbımız bile var... Böyle saymaya kalksam “olmasa da gayet yaşanır” diyebileceğimiz eşyamız çok. Öyle minimalistlikte çığır açmış filan değiliz. Yine de bir nebze o ana akım tüketim çılgınlığından uzaklaşmış olmak insana bambaşka bir bakış açısı sağlıyor. Ben bu bir buçuk yılda meğerse ihtiyacım olmayan birçok şeyi ihtiyaç sanarak yaşamış olduğumu fark ettim. Üstelik konforumdan da ödün vermiş değilim.
Gelelim bu ihtiyaç yanılgısının bir başka boyutuna. O da “filan eşya olmadan şu işi yapamam” yanılgısı. Kız kardeşim evde spor yapmaya başlamayı düşünüyordu. Ama mat almadan başlayamayacağını sanıyordu. Elbette kendince rasyonelleştirmeleri vardı, size şu an anlamsız gelse de o gerçekten de bir mat almadan spor yapamacağına inanıyordu. Sonra mat aldı, bir iki gün spor yaptı ve bıraktı. O mat şu an odanın bir köşesinde rulo halinde belki iki senedir dokunulmamış bir halde duruyor.
Kendimize ait bu tür yanılgıları fark etmek biraz daha zor. Mesela resim çizmeyi öğrenmek isteyen birinin profesyonel bir kalem takımı olmadan öğrenmeye başlayamayacağını sanması. Halbuki ilk dersler yuvarlak çizmek, kare çizmek, çizgi çizmek filan, eline tahta kalemi alsa bile olur, çocukluğundan kalan kırık pastel boyalar bile işe yarar. Ama o önce bir kalem takımı alması gerektiğini sanıyor.
Para biriktirmeyi düşünen birinin ilk iş olarak kumbara almak zorunda hissetmesi ya da. O kumbarayı alacağın parayı kışlık montunun cebine koy, mis gibi kumbara.
Hayatını düzene koymak isteyen birinin aklına ilk gelen şeyin ajanda satın almak olması. Halbuki bir kenarına not alabileceği bir defter illa ki vardır. Çok iyi biliyoruz ki o ajanda bitmeyecek.
Kurabiye yapmak isteyen birinin kurabiye kalıbı olmadan kurabiye yapamayacağını sanması (bknz ben). O kalıbı aldığımdan beri sadece bir kere kullandım. Pek de şaşırtıcı değil, değil mi?
Örnekler devam eder gider. Bunu hepimiz yapıyoruz. Peki nasıl aşabiliriz ya da aşabilir miyiz? İlk iş kendi yanılgılarımızı fark etmek olabilir. Mesela ben pilates yapmaya karar verdim, tabii aklıma ilk olarak direnç bantları, top almak filan geldi. Ama bal gibi de biliyorum ki malzemesiz pilates de mümkün. Hatta belki eşyasız başlayıp sonra nasıl gittiğine bakarak eşyalar sonradan eklenebilir. Buradaki vurguyu anladınız değil mi? Eşyalar kötüdür, hiçbir şey almayalım demiyorum. Elbette direnç bandıyla yapılan egzersizler daha etkili ama ya pilates yapmaktan vazgeçersem? O bantlar evin bir köşesinde çürümeye mahkum olacak. Benim demek istediğim pilatese başlayabilmek için eşyalara ihtiyacımın olmadığı.
Pilatesi malzemesiz deneyip sürdürebileceğimi görünce direnç bantlarını ekledim. Bir süre böyle devam edip gerekli gördüğüm yerde topunu, ağırlıklarını ekleyebilirim ama eklemeyebilirim de. Hiçbiri amacım çerçevesinde olmazsa olmaz değil.
Kendi yanılgılarınızı fark ettikten sonrası daha kolay. Buna ihtiyacım yok dedikten sonra biraz düşünün, yaratıcılığınızı kullanın, bunun yerine şunu kullanabilirim gibi çözümler bulun. Aklınıza bir şey gelmedi mi? Bir de internette aratın bakalım.
Bir de eşya almanın yan etkisi, beynin oldu da bitti maşallah moduna girmesi ve devam etmek için sizde bir heves bırakmaması. Ne kadar bilimsel konuştum öyle. Ama cidden böyle bir şey var. Beynin ödül mekanizması oldukça saftirik çalışıyor. Kendimize hedef koyuyoruz, sonra diyoruz ki hedefime ulaşabilmek için şu eşyaya ihtiyacım var, onu satın aldığımızda beyin coşkuyla dopamin salgılıyor ve diyor ki AFERİN İNSAN, BEDEL ÖDEDİN VE HEDEFİNE ULAŞTIN. Halbuki bedel ödemeyi çok yanlış anlamış oluyor, durum senin sandığın gibi değil deseniz de iş işten geçti. Artık sizde şevk kalmıyor çünkü ödülünüzü aldınız. Yaa işte böyle. Bir ajanda satın alarak hayatınızı düzene sokmuş gibi neşelenebilirsiniz. Ama hayatınızı düzene sokmuş olur musunuz? I ıh.
Türkiyeye döndükten sonra da bu dışarıdaki duruşumu korumak istiyorum ama işin içine bir boyut daha giriyor: toplumsal baskı. Burada minimal minimal yaşıyorsam biraz da toplum baskısı hissetmediğimden. Buradaki toplum baskı yapmıyor anlamında söylemiyorum, gerek geçici olarak burada oluşum gerek genç oluşum gerek “yabancı” oluşum nedeniyle toplum tarafından hoş görüleceğimi biliyorum, hoş görmeyecek olanları da doğrusu pek takmıyorum. Ama Türkiyede böyle düşünmeyebilir ve hissetmeyebilirim. Dünyanın en lüzumsuz mutfak eşyalarından biri bence “çorba tenceresi”, lütfen bari onu almayayım.
Bakalım zaman ne gösterecek değil mi? Bu haftalık benden bu kadar. Görüşmek üzere, hoşçakalın sevgili okurlar.