Bir pazartesi gününden daha herkese selamlar. Geçen seneye kıyasla çok daha yoğun geçiyor günlerim. Bu güzel bir şey. Çok şükür. Ne alemdeyim neler yapıyorum peki? Maastricht’te hayat nasıl gidiyor, kısa kısa bahsedeceğim.
Buraya kış geleli epey oluyor. Hatta yılın ilk karı dört beş gün önce yağdı. Havalar soğuk ama aşırı soğuk sayılmaz, Maas Nehri’nden kaynaklanan nem sayesinde yumuşak bir hava var.
Bisiklet sürerken ister istemez bir hararet oluyor insanda, özellikle uzun ve yokuşlu mesafelerde havanın sıcaklığından bağımsız olarak terlemek işten bile değil. Bu sebeple henüz mont giymeye hazır olmadığımı düşünüyordum. Ama ellerim çok fena üşüyordu ve bir kere terli terli rüzgara karşı bisiklet sürdüğüm için o günün akşamında hayatımda yaşadığım en kötü baş ağrısıyla karşılaşmıştım, bu sebeple o günden beri kafamı da sarıp sarmalamaya dikkat ediyordum. Sonuç olarak günlük kıyafetinin üzerinde atkılara dolanmış bir baş ve yünlü eldivenlerle saçma sapan bir görüntü ortaya çıktı. :) Birkaç gün bu görüntüde ısrar ettim ama sonra pes edip monta geçtim, fena da olmadı.
Staj için bana verdikleri ilk görevi bitirmek üzereyim. Çok çok çok çok az kaldı. Bundan sonra hemen başka bir görev verecekler, inşallah biraz daha az sıkıcı olur. Bana verdikleri görev kendi programlarında hazırladıkları birtakım testleri bir internet sitesi için tekrar hazırlamaktı. Program ve internet sitesi epey farklı özelliklere sahip oldukları için bire bir aynısını yapmaya uğraşmak mükemmeliyetçi bünyem için zihinsel açıdan yorucu oldu. Ama bitmek üzere, çok çok çok çok az kaldı. Neyse ne demişler? Geç olsun güç olmasın.
Spora başladım. Kız kardeşime spor salonuna kaydoldum dediğimde tepkisi “Yeşil müslümanlar spor dergahına mı?” oldu. Komik kız. Buraya geldiğimden beri sadece kadınlara özel bir spor salonu arıyordum. Aramalarım bir sonuç vermeyince vazgeçmiştim. İndirdiğim Nike uygulamasıyla evde yaklaşık iki aydır düzenli olarak egzersiz yapıyordum. İki hafta önce çok güzel bir fırsat kendi ayaklarıyla dibimde bitti. Burada yeni bir arkadaşım olduğundan bahsetmiştim hatırlarsanız. Onun evinin tam karşısında bir spor salonu var. Bir gün burası neyin nesidir diye kapısındaki afişleri incelerken çarşaflı bir Hollandalı onu görüp sohbet etmeye başlamış. Birkaç müslüman anne olarak çocuklarını okuldan almadan önce spor yapmaya karar vermişler, spor salonuyla da anlaşmışlar, kadın antrenör eşliğinde haftanın iki günü iki saate yakın binayı kendilerine ayırtmışlar.
Bunu öğrendiğimin hemen ertesi günü spor yapacakları günlerden biriydi. Ben de damladım tabii. Biraz çekingen, biraz utangaç, her zamanki sena. Hepsi çok cana yakın insanlar çıktı. Normalde herkes Felemenkçe konuşuyor, ben de Felemenkçe bilmiyorum tabii. İlk gün hemen biri geldi yanıma, ben sana her şeyi İngilizceye çevireceğim dedi ve öyle de yaptı sağ olsun. İkinci gün çeviri istemedim çünkü hem bu dile aşina olmak istiyordum hem de antrenör hareketleri göstererek anlatıyor zaten, bir şekilde halledebileceğimi düşündüm. Öyle de oldu. Bir taşta bir sürü kuş vuruyorum bu sayede. Birincisi sporun bilindik yararları, daha sağlıklı daha neşeli hissetmek, güçlenmek gibi yararlar, ikincisi Felemenkçe dinleme yapmak, bu dile maruz kalmak, üçüncüsü İngilizce konuşmada ilerlemek, çünkü derdimi ancak İngilizce anlatabiliyorum, dördüncüsü de çıkışlarda bebek sevmek. :)
Anlayacağınız spor günleri iple çektiğim günler haline geldi. Bu hevesimi hiç kaybetmem inşallah.
Bu ara ilk defa kendi yoğurdumu yaptım. Çok zor bir şey gibi geliyordu kulağıma ama oldukça kolaymış. İlk defa mandıradan süt aldım, güzelce kaynattım, birazını içmek üzere ayırdım. Ne kadar lezzetli olduğuna aşırı aşırı şaşırdım. Kutu sütlerden ne kadar farklı olabilir ki diyordum ama inanın çok farklı. Tattıktan sonra kutu sütler bana su gibi gelmeye başladı. O yoğun süt tadı, nasıl anlatsam, süt demek ki buymuş diyor insan. Babaannemlerin köyünde filan da inekten taze sağılmış süt olurdu ama nedense inek kokardı, yıllarca kutu sütü savunma nedenim de bu oldu. İnek kokmaması :) Ama burada mandıradan gelen süt korktuğumun aksine kötü kokmuyordu. Sebebini bilmiyorum. İlk yoğurdum da fena olmadı hani. Diyorum bakın, bütün marifet sütte.
Pazara gitmeye de devam ediyorum. Artık eskisi kadar heyecanlı değilim, hatta geçtiğimiz cuma devamsızlık bile yaptım. :) Ama en sevdiğim şey egzotik meyveler keşfetmek. Şimdiye kadar mango, papaya, pitaya (ejderha meyvesi), kaktüs meyvesi (dikenli incir de diyorlar), passion fruit (favorim) ve kiwano (boynuzlu kavun) denedik. Bunlar pazara dönem dönem geliyor, hepsi aynı anda olmuyor. Acaba haftaya ne gelecek diye merak içinde bekliyorsunuz. Yaşasın yeni tatlar ve yaşasın yeni deneyimler.
Bu haftalık benden bu kadar sevgili okurlar. Hepinize iyi günler diliyor, selamlarımı gönderiyorum. Haftaya görüşmek üzere. Hoşçakalın.