Maastricht Günlükleri 8 - Profesyonel Ev Hanımlığı, Staj ve Yeni Arkadaş

Gönderen Etiketler: zaman:
Pozitif psikoloji serisinin arasına bu günlüğü sıkıştırıvermek istedim. Perşembe perşembe yeni yazı, hayırdır inşallah demeyin diye söylüyorum. Biraz sohbet edesim var. 

Aklıma gelen düşüncelerin yüzde doksanı ev işleriyle alakalı şu sıra. Ev işlerini hizaya dizip günümün büyük kısmını onlarla haşır neşir geçirdiğimden olsa gerek. İşin komiği o kadar işi olan ev 40 metrekare. Arkadaş senin etin ne budun ne ne ara bu kadar kirleniyorsun? Kirlenmek de değil tam, ben ev hanımlığında profesyonelleştikçe kirlenmiş yerleri bulmada daha mahir oluyorum. Buyrun size bir aforizma: Aspiratörü temiz olanın evinde kirli yer yoktur. Gerçekten insanın aklına gelmeyecek yerler kirleniyor, kirlendiği yetmezmiş gibi kokuyor, ben de mont giyip tüm gün evi havalandırıyorum, üstüne fellik fellik neresi kokuyor diye sağı solu kokluyorum.


Aspiratörün kapağının çıkabildiğini yeni fark ettim. Ve herhalde yıllarca el sürülmemiş olan bu yağa bulanmış kapağı önce küvette çamaşır sodalı sıcak suda beklettim, sonra telle ovalaya ovalaya yıkadım. Mükemmel olmadı, mükemmel olması için daha ne yapabilirdim bilmiyorum. İnşallah bundan sonra eve her girdiğimde o mükerrer kızartma kokusu gelmez burnuma.

Şu aralar işlerimi düzene koymaya çalışıyorum. Hangi gün ne yapacağımı belirledim. Böylece bütün işler üst üste binip bana illallah ettirmiyor, azar azar ve düzenli olarak yapıyorum temizliğimi. Geçen sene her şeyi aynı gün yapmaya çalışıp yetiştiremeyip üstüne bir de helak olduğumla kalıyordum. Şimdi epey daha rahatım. Ama tabii bana maliyeti zihinsel açıdan oldu böylesi de. Şu gün bu iş var falanca gün şunu yapmam lazım gibi düşünceler zihnimden hiç eksik değil maşallah. Böyle olunca da zaman zaman ben dünyaya ev işi yapmaya mı geldim be gibi hislerle moralim bozuluyor.


Sanırım bu sorunun cevabı evet. Bu dünyadaki amacım evimi temiz tutmak olabilir :/ En azından bir amacım var değil mi, hehe. Çok şükür neyse ki eşim yardım isteklerimi hiç geri çevirmiyor. Benim yorulmama da kıyamıyor (maşallah diyoruz). 

Biraz da stajdan bahsedeyim. Öyle ya yalnızca ev hanımı değilim ki ben. Stajyerim stajyer. Açıkçası bana hiç staj yapıyormuşum gibi gelmiyor, çünkü yapmam gereken işler kendi evimde kendi bilgisayarımda halledebileceğim şeyler. Pazartesileri seminer oluyor, bir ona gidiyorum. Bir de iki üç haftada bir neler yaptığıma dair görüşmemiz oluyor. Sık sık gitmek zorunda olmamayı seviyorum açıkçası çünkü bisikletle yirmi dakika ve dönüşte yokuş yukarı çıkmam gerekiyor (benim gibi çıtkırıldım biri için fazlasıyla efor demek). Bisiklet meselesi hakkında da komik (trajikomik) bir şey öğrendim geçen size onu anlatayım konusu açılmışken. 

Bisiklet sürerken çok zorlandığım zamanlar vardı öyle ki artık en uzak yerlere bile yürümeyi tercih ediyordum. Sorunun kendimde olduğunu düşünüyordum tabii. Güçsüzüm, Hollandalılar gibi anne karnından çıkıp bisiklete binmedim, kondisyonum yok, alışık değilim vesaire vesaire. Sonra bir gün eşimin iş yerinden dönüşte ona dedim ki şu bisikletleri değişelim hele. O gün en az iki kere mola vermeden tamamlayamadığım yolu eşimin bisikletiyle tek hamlede gittim ve eşim epey bir arkamda nefes nefese kaldı. O zaman dedim ki “haa demek ki sorun benim bisikletimdeymiş... Peki ama sorun ne?” 


Tekerleği ne zamandır şişirmiyordum, belki buydu sorun. Şişirmeye çalışırken sibopun vidasının gittiğini fark ettim (muhtemelen çalınmış, nasıl gitsin yoksa?) Dedim hah tamam şimdi sorunu buldum. Vida almak üzere bir bisikletçiye gittim. Adam dedi ki “bu kozmetik bişi, işlevsel değil takayım hemen ücrete de gerek yok.” Peki madem dedim, demek bu da değil sorun, peki ne? Bisikletçiye biraz da utanarak sordum “ben bisiklet sürerken çok yoruluyorum, bir baksanız (ölecek miyim doktor?)” Adam pedalı çevirdi, tekere baktı, dedi ki “yorulman normal (şükürler olsun) çünkü jantın eğik, bak dönerken frene sürtünüyor. Yani sürekli frendeyken sürmüşsün.” Hemen taktı kancaya bisikleti, orasını eğdi, burasını büktü, bir şeyler yaptı. On beş dakika kadar uğraştı. 

Sonrasında bisikletim gerçekten harikulade oldu, dönüş yolu yokuş olmasına rağmen kolayca sürdüm. İşte insanın ilk defa bisikleti olunca aklına böyle şeyler hemen gelmiyor biliyor musunuz? Sorun bende deyip geçebilirdim de, sonra neden her yerim ağrıyor. 

Bisikletimin sorunlu haliyle yirmi dakikalık staj yolunun kaç dakikaya çıktığını bilmem söylememe gerek var mı? O yoldan soğumam o dönemde oldu, şimdi çok daha rahat gidip geliyorum tabii ama aklımda bir kere haşatımı çıkaran yol olarak yer edindi, hâlâ daha biraz ürküyorum. O yüzden evden çalışmak daha bir işime geliyor. Ama evden çalışmanın laneti: ÇALIŞAMAMAK. Her gün en azından yarım saatimi ayırayım desem de o kadarını bile ayıramadığım oluyor. Bir de sıkıldım biraz doğrusu. Hep aynı şeylerle tekrar tekrar uğraşıyorum, sonra bir sorun çıkıyor, aynı şeyleri tekrar yapıyorum filan derken sürekli bir tekrar içindeyim. Geçen bir hamle yaptım, dedim ki “ımm şeyy şu ara benim yapabileceğim başka bişi var mı...” “Önce şimdiki işlerini bitir sonra konuşalım” dediler haliyle. Eeh. Bir bitmedi gitti gözünü sevdiğim.

Buradaki günlerimi güzelleştiren bir gelişme daha var. Yeni bir arkadaş. Burada görüşüp ettiğim pek kimse yoktu. Sadece yaşı benden epey büyük bir teyze ve ailesiyle görüşüyorduk (buradaki koruyucu ailemiz, allah onlardan razı olsun). Arkadaşım diyebileceğim kimse yoktu yani. Şimdi var. Arkadaşımın arkadaşı, yeni tanıştık sayılır. Eşinin işi vesilesiyle bebişiyle beraber bir yıllığına buraya geldiler, yaşlarımız da yakın, kafalarımız da tutuyor, çok şükür güzel oldu. Birlikte pazara, kütüphaneye gidiyoruz. Ona Maastricht’i gezdirmeye çalışsam da bu minik ve yağmurlu şehirde işim biraz zor, henüz çok gezemedik. Gezilecek yer pek yok, gezmediğimiz çayır çimen kaldı bir, oralar için de yağmursuz günler gerekiyor. Hatta güneşli günler, lütfen allahım. 

İşte böyleyken böyle. Maastricht hikayemiz ne zaman bitecek bilmiyorum ama bu bir nebze yalıtılmış minik dünyamda mutlu olduğumu söyleyebilirim. 

Pazartesi daha ciddi konularda görüşmek üzere, hoşçakalın sevgili okurlar.
Yorum Gönder

Back to Top