Havadan Sudan

Gönderen Etiketler: zaman:
Bugün havadan sudan konuşalım biraz. Nasılsınız sevgili okurlar? 

Bu blog yazısı vesilesiyle biraz gündelik hayatımın muhasebesini yapayım diyorum. Mesela nelerle meşgulüm, vaktimi nasıl çar çur ediyorum, neler yapmam gerekirken onları erteliyorum, vesaire vesaire.

Yazıyor olduğum romanla başlayayım. “Ne?! Roman mı yazıyorsun?” diyenler şuradaki yazımı okuyabilir.
Doğru ya ben roman yazıyordum... Uzuuun bir ara verdiğimi itiraf edeyim. Hatta o kadar uzun bir araydı ki verdiğim, eğer o arayı kısa tutmuş olsaydım şu an roman bitmişti. Neyse geç olsun güç olmasın diyelim. En son artık umudumu kaybetmiştim doğrusu. “Yeni bir şey söylemeyeceğim”, “Zaten yüz binlerce roman var”, “Bu çok sıkıcı bir roman olacak” gibi sert eleştirilerle kendimi bunalttım durdum. Hiç devam etmesem mi acaba diyordum ki yeni tanıştığım bir arkadaşımla oturup konuştuktan sonra yazmaya devam etmeye karar verdim. Sonuçta bir şaheser olmayacak, bunu biliyorum. Öyle çok satan filan da olmayacak. Öyle herkesin elinde dolaştırdığı kitaplardan olmayacak. Bir akrabalarım, bir arkadaşlarım okuyacak, bir de inşallah siz. Bu konuda şanslı sayılırım epey, daha kitabım çıkmamasına rağmen burayı düzenli takip eden siz okurlarım var(sınız). Yazdıklarım, üslubum vesaire hoşunuza gidiyor olmalı ki yazdıklarımı okumaya devam ediyorsunuz. Romanımı da okursunuz diye umuyorum. Yazmaya devam ediyorsam sizin okuyacağınıza ve (inşallah beğeneceğinize) güvenerek devam ediyorum, haberiniz olsun yani.


Kendi hayatımla ilgili grafiklere bayılıyorum. Aşağıdaki grafik romanımın kelime sayılarını aylara göre gösteriyor. Şu an epey ilerledim. Yazacağım bir ya da iki bölüm kaldı. Sonra devasa bir düzenleme sürecine girmem gerek. Çünkü roman yazmak çok acayip bir şey, karakteriniz hakkındaki ayrıntıları unutabiliyorsunuz ama tutarlı olmanız gerek. En basitinden bir yerde kahve içiyor, içine şeker attı diyorum ama belki de daha önceden ona şekersiz kahve içirdim. Benim yazmam aylarca sürüyor, unutmuş olmam normal ama bir hafta içinde okuyacak birinin gözünden kaçmaz böyle hatalar. O yüzden hem bu tür hataları asgari seviyede tutmak hem de gerek kurguyla alakalı gerek diyaloglarla alakalı sorunları ortadan kaldırmak için uzunca bir düzenleme sürecine ihtiyacım var. Hele bir o günler gelsin de.


Başka neler yapıyorum? Coursera diye bir site var, bilmiyorsanız mutlaka bakın. Dünyanın çeşitli yerlerindeki üniversitelerden online ve bedava dersler var. Üstelik giderek çıta yükseliyor, aralarında bir çeşit rekabet olduğundan şüpheleniyorum. Bazen koca koca profesörler komiklik yapmaya filan çalışıyor :( Yine de epey ilginç dersler var. Ben şu aralar Computational Neuroscience dersine başladım. Sinir sisteminin ne yaptığını, nasıl işlediğini bilgisayar modellemeleriyle açıklamayla alakalı bu ders. Dolayısıyla hem kodlama hem matematik hem de nörobiyoloji bilmek gerekiyor dersleri anlamak için. Ama bunlardan ne kadarı gerekiyorsa o kadarını öğrenmek için de malzeme sağlıyorlar. Yine de matematik kısmının beni çok zorladığını ve son dersten neredeyse hiçbir şey anlamadığımı itiraf etmem lazım. İnşallah zamanla daha iyi oturur. Gerçekten ilgimi çekiyor çünkü. 


Önce meşgul olduğum şeyleri saydım ki tembel görünmeyeyim. Güzel taktik değil mi? Gelelim başka başka neler “yapıyorum”? Dizi izlemek son bir senedir epey sık yaptığım bir şey. Şimdilerde “This is Us” adlı bir dizi izliyorum, bunu bir tavsiye olarak algılamayın. Çünkü bence bayağı acemi elinden çıkmış bir senaryo, diyaloglar ise dinlerken kahkaha attırıyor neredeyse. Gerçekten hiç sevmedim. Ve üzerine yapılan tonlarca olumlu yorumu okuduktan sonra birinin bunları demesi gerekiyor diyerek bu işe girişiyorum. Diyaloglar en büyük sıkıntısı bu dizinin. Senarist izleyicilerle diyalogları kullanarak konuşuyor. Nasıl yani? Mesela şöyle. İki adam barda oturuyor. Birini tanıyoruz, diğerini ilk defa gördük. Bu yeni kişi kim merak ediyoruz. Yabancı adam merakımızı hemen gideriyor, “Jack ben senin en iyi dostunum. Sana hak veriyorum.” Bunun gibi seyirciyi bilgilendirme amaçlı yapay diyaloglar o kadar çok ki sırf bunları yakalamak benim için hobi oldu. Neden izliyorum bu kadar sinir oluyorsam? Bir fikrim yok. Şu an yeni dizi bulmaya üşeniyorum sanırım. Bir de böyle kafa yormayan, olayların sakin sakin ilerlediği, herkesin iyi insanlar olduğu bir dizi izlemek kolayıma geliyor. 


Gelelim yapmam gereken ama yapmadığım ne var konusuna. Şöyle ki bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere psikoloji mezunuyum ama herhangi bir işe girmedim. Burada (Hollanda) Türkiye’nin lisans seviyesini yüksekokulla bir tutuyorlar sanırım. Alanım psikoloji olunca dil meselesinden dolayı da neredeyse hiç şansım yok meslek bulmak konusunda. Yüksek lisans ücretleri inanılmaz yüksek  (17,000 euro yıllığı), ben de tüm bu sebeplerden dolayı bir staj arayışına girdim. Güzelce bir CV hazırladım ve buradaki üniversitenin beyin araştırmaları merkezinde çalışan bir profesöre mail attım. O da olur, gel görüşelim dedi. Bu dediklerim haziran ayında oluyor bu arada. Gittim. Mülakat gibi bir şey beklemiyordum ama mülakat gibi bir şey oldu. Sonra da şu an okulda öğrenci kalmadı, pek araştırmamız yok, seninle kontak halinde kalalım dedi beni gönderdi. Okullar açılıyor ama hâlâ ses soluk yok, biliyorum ilk adımı benim atmam gerek, kendimi hatırlatan bir mail filan göndermem lazım ama erteleyip duruyorum. Zaten sırf başvuruyu yapmam bile bir sene sürmüştü :( Bu konularda çok çekiniyorum nedense. Sanki reddedilirsem dünyanın sonuymuş gibi. 

İşte böyle böyle zaman geçiyor. Bir de nisan ayında okumaya başlayıp hâlâ bitiremediğim ama az kalan bir kitabım var. Fikir yazılarını nedense bir türlü okuyamıyorum. Halbuki kitabın konusu ilgimi de çekiyor. Ama okumaya başlar başlamaz uyuyakalıyorum, bu nasıl mümkün olabilir? Doğu Batı Arasında İslam - Aliya İzzetbegoviç. Ama bitecek inşallah. Altmış  küsür sayfası kaldı. Ha gayret.

Benden bu haftalık bu kadar. Haftaya görüşmek üzere sevgili okurlar. Hoşçakalın.

Yorum Gönder

Back to Top