Hollanda’ya taşınalı neredeyse bir yıl olacak. Neler Türkiye’den farklı, nelere alıştım, neler hâlâ tuhaf geliyor, bunlardan bahsedeceğim.
Buraya ilk geldiğimde en tuhaf gelen şey insanların yanımdan geçerken selam vermeleriydi. Burada selamlaşmak çok yaygın ve selamlaşmada tanıyıp tanımamak bir kıstas değil. Biriyle göz göze geliyorsunuz ve size gülümseyip “hi” diyor. Özellikle parklarda çok oluyor bu, şehir merkezinde, alışveriş yapılan yerlerde pek rastlamadım. Ama evin önünde yürürken, parkta bahçede illa bir selam veren çıkıyor. Selam almaya alıştım, vermeye de alıştım sayılır. Özellikle müslümanları hiç kaçırmıyorum. Onlara direkt selamunaleyküm diyerek dalıyorum. Keşke Türkiye’de de bu kadar yaygın olsa bu kültür. Dışarıdayken tebessüm alışverişi yapmak insanın gününü güzelleştiriyor.
Yine tuhaf bir şekilde sünnete uygun olarak iki arkadaş buluştuğunda üç kere yanak tokuşturuyorlar. Sebebini bilmiyorum, ama bu da kültürel bir şey sanırım.
![]() |
kaynak: freepik |
Hâlâ alışmakta zaman zaman zorlandığım bir şey, dükkanların altıda kapanması. Özellikle İstanbul’dan gelmiş biri olarak bu gerçeği kabullenmekte epey zorlandım. Lokantaların çoğu da kapalı oluyor, o yüzden Ramazan’da dışarıdan pek yiyemiyoruz. Geçen perşembe Tayland yemeği yedik mesela. Neredeyse tek seçeneğimiz oydu.
Hollanda’ya ait özgün bir mutfaklarının olmaması da bana tuhaf gelen şeylerden biri. Sadece Hollanda yemekleri satan bir yer olsaydı, sadece soğanlı soslu patates kızartması ve balık kızartması olurdu herhalde. Bir de “zuurvlees” dedikleri bir yemek var, “ekşi et” anlamına geliyor, ama bir Hollandalıya sorduğumda duymadığını söylemişti. Yani belki o kadar da yerel bir yemek değildir.
Bu konuda Türk olmakla gurur duyuyorum, bizim envai çeşit yemeğimiz var. Burada kendi mutfakları olmadığı için yemek konusunda beynelmilel bir anlayış hakim. Dışarıda yemek demek kendine has mutfağı olan kültürlerden birini seçmek demek. Kore, japon, çin, tayland, vietnam, türk, fas, hint, italya, endonezya, yunan... Bunlar şimdilik aklıma gelen lokantalar.
Bir diğer mesele alışveriş hakkında. Türkiye’de alışverişinizi yaparsınız, kasaya geçersiniz. Kasiyer size ne kadar tuttuğunu söyler, nakit ödemeyecekseniz kartınızı kasiyere uzatırsınız. O da kartınızı pos cihazına takar, birkaç sayı girer, cihazı size geri uzatır. Fatura yazıldıktan sonra kartınızı çıkarıp size geri verir. Siz sonra poşetlere eşyalarınızı tıkıştırır evinizin yolunu tutarsınız. Burada ise iki farklı durum söz konusu. Birincisi poşetler kasanın devamında değil, hemen öncesinde duruyor. Poşeti de kasadan geçirmeniz gerekiyor, çünkü paralı. O yüzden evinizden kendi poşetinizi getirmeniz yararınıza. Hatta Hollandalılar bildiğimiz pazar arabalarını çok kullanıyorlar.
İkinci farklılık ise kredi kartınızı kasiyere vermiyor, pos cihazına kendiniz takıyorsunuz. Ödemenin alındığına dair yazı çıktığında da kartınızı cihazdan kendiniz çıkartıyorsunuz. Çabuk alıştım bu uygulamaya ama Türkiye’den dönünce bir iki defa illa ki bocalıyorum. Kartımı kasiyere uzatıp onun da bana garip garip bakarak cihazı gösterdiği olmadı değil. O yüzden aklınızda bulunsun, yolunuz buralara düşerse kasiyerlere kart uzatmayın.
Genelde bisiklet kullandığım için otobüslerle pek işimiz olmuyor. Çok nadir de olsa otobüs kullanmamız gerektiğinde ise otobüs şoföründen bilet alıyorduk. Genelde elimizde valizlerle istasyona giderken ya da istasyondan dönerken oluyordu bu. Eğer şoförden bilet alıyorsanız sabit fiyat, 3 euro. Yakın zamanlarda ulaşım kart tarifelerini inceledim ve kartla neredeyse yarı yarıya denk geliyor. Ben de buradaki adıyla bir OV chipkaart aldım. Türkiye’den farklı olarak (en azından İstanbul’dan diyeyim) otobüse binerken bastığınız gibi, inerken de bir alete okutuyorsunuz. Böylece gittiğiniz durak sayısı kadar para ödemiş oluyorsunuz. Metrobüsteki uygulamaya benziyor, ama daha ayrıntılı. Her durakta fiyat değişiyor.
Buranın posta ağı epey iyi, posta kutuları hâlâ işlevsel. Kargolar hızlı. Ama alışamadığım bir şey daha, bir şey ısmarladığınızda, yemek olsun, internet alışverişi olsun, getiren kişi yukarı çıkmıyor, apartman kapısının önünde aşağı inmenizi bekliyor. Sebebini bilmiyorum, canları çok mu tatlı, güvenlik filan sebebiyle mi, bir fikrim yok. Ama neden yani? Neden birkaç kat yukarı gelmiyorsunuz ki?
Ayrıca eğer gelen şey posta kutunuza bir şekilde sığabiliyorsa beklemeden kapınızı çalıp gidiyorlar. Eğer posta kutusuna sığmıyorsa ve kapıyı açmadıysanız, evde değilseniz mesela, apartmandaki diğer herkesin zilini çalıyorlar. Biri inip de kargoyu alana kadar da basmaya devam ediyorlar. Biraz can sıkıcı, özellikle sürekli evde oturan bir ev hanımı için. Kim hazırlanıp da başkasının postasını almak için aşağı inecek allah aşkına? Böyle olduğunda evde yokmuşum gibi yapıyorum. Not my problem. (Çok mu kötüyüm?) Ama bu durum roller değişince (eğer siparişi biz verdiysek ve evde değilsek) oldukça işimize geliyor doğrusu. Biz evde değilken gelen kargoyu illa ki biri almış oluyor, bizim posta kutumuza da kimin aldığını not olarak atıyorlar. Kim aldıysa kapısını çalıp kargomuzu alıyoruz. Türkiye’deki gibi şubeye geri döndü, tekrar dağıtıma çıkmayacak, gel kendin al olayı yok.
Son olarak çöp meselelerine alışmakta zorlandığımı söyleyebilirim. Şöyle ki bir poşetin içini doldurup kapının önüne koyayım, çöp arabaları nasılsa alır diyemiyorsunuz. Belediyenin özel poşetlerini tanesi 80 cent'ten satın almak zorundasınız. Bu aynı zamanda çöp vergisine sayılıyor. Yani ne kadar çöp atarsanız o kadar ödüyorsunuz, kaçış yok. Çöp kamyonları belediyenin poşetleri dışındakileri toplamıyor, poşetler kapının önünde öylece duruyorlar. Bir de hâlâ daha tam ayrıntılarını bilmediğim çöp ayırma işleri var. Yok geri dönüşüm, yok organik atıklar, yok organik olmayanlar... Ben yalnızca geri dönüşümleri ayırıyorum. Çöp arabaları da haftada bir gün mahallenize gelip çöplerinizi alıyor. Öyle kafanıza estikçe çöp atamıyorsunuz. Dışarıda büyük çöp konteynırlarından bir tane bile görmedim. Yoksa insanlar belediyenin poşetlerinden satın almayıp oraya atarlardı değil mi? Bu haftada bir gün çöp günü olmasına hâlâ alışamadım. Telefonuma alarm kurmasam muhtemelen çöpü çıkartmayı unuturduk.
![]() |
Belediyenin Çöp Poşeti Tasarımı |
Bunlar şimdilik aklıma gelen, alışmakta yer yer güçlük çektiğim, yer yer hoşuma giden, hayatımı zorlaştıran ya da kolaylaştıran farklılıklar. Genel olarak bu bir yılda ayak uydurdum sayılır.
Bu cuma Türkiye’ye gidiyoruz. Önümüzdeki dört hafta orada olacağım için pazartesilere yazı yetiştirip yetiştiremeyeceğimi bilmiyorum ama elimden geleni yapacağım. Hayatımda kendi irademle düzene soktuğum tek aktivite bu. Batırmamaya çalışacağım. Görüşmek üzere, hoşçakalın. 🙋