Budapeşte-Viyana Gezi Yazısı Bölüm 1

Gönderen Etiketler: zaman:
Düzenli yazılarımın açılışını yazmayı epeydir ertelediğim bu gezi yazısıyla yapmaya karar verdim. Çok süper gezdik, çok verimli gezdik, çok ekonomik gezdik filan gibi iddialarım yok, ama şöyle iddialarım var, çok yürüdük, çok yorulduk ve çok eğlendik. Bu yazımda gezi yazılarında pek bahsi geçmeyen unsurlara da yer vermeye çalışacağım. Nerede helal yenir, namazlar nerede kılınır vesaire. Adına İslami gezi rehberi diyemem ama bu gibi endişelerle gezmek istemeyenlere bir tür cesaret verme amacım var. Ayrıca yaptığım günlük gezi planları boşa gitmesin değil mi? 

Birinci Gün - Havaalanına Yolculuk

Yaşadığımız şehir öyle bir yerdeki yakınında dört tane havaalanı olmasına rağmen hiçbiri toplu ulaşımla yeteri kadar yakın değil. Birsürü havaalanı seçeneği olduğu için bilet seçme işi uzadıkça uzuyor. Ayrıca asıl yolculuktan önce havaalanına yolculuk yapmamız gerekiyor. Tam da o zamanlarda Düsseldorf’a direkt giden otobüsü yeni keşfetmiştik, bu keşfimizi kullanabilmek için oranın havaalanını tercih ettik. İki saatte Düsseldorf Havaalanına vardık ki bu olabilecek en iyi varış süremiz. 

Avrupa içi seyahatler beni büyülüyor. Sınırlar açık olduğu için pasaport kontrolü olmuyor, belki kimliğimi kontrol etmek isterler diyorum, tek bir görevliyle muhatap olmadan uçağa binince şaşakalıyorum. Gerçekten. Ne bir bilet kontrolü, ne bir kimlik kontrolü. Kendi biletinizi turnikelerde akbil basar gibi okutup geçiyorsunuz. Elindeki bilet sana mı ait diye kontrol eden yok. İnanılmaz. 

Uçağa vakit vardı daha ve namaz kılmamız gerekiyordu. Engelli tuvaletleri rahat rahat abdest almak için çok uygun, aklınızda bulunsun. Düsseldorf Havaalanı’nda mescit varmış, güvenliği geçtikten sonra C terminalinde. Ama bizim uçuşumuz A’dandı, hem git gel epey vakit alacaktı, hem de terminaller arası geçiş var mı emin olamadığımızdan boş bir yer bulup seccademizi oraya serdik. İki anahtar kelime: 3D Pusula ve Kıble Uygulaması, Seyahat Seccadesi. Toplum içinde namaz kılarken tedirgin olmamak mümkün değil, özellikle İslamafobi’nin yükselişe geçtiği bu zamanlarda diken üstünde oluyorsunuz. Ama şimdiye kadar hiçbir sorun yaşamadık. En kötü, şaşkın bakışlara maruz kalıyorsunuz. Ki o kadar da olur artık. Her ihtimale karşı eşimle birbirimize gözcülük yapıyoruz. Laf atacak olan olursa cevaplarımızı hazırlıyoruz filan. 

Akşamı uçakta kılmamız gerekiyordu, daha önceden flight radar sitesinde kendi uçuş numaramızı aratarak uçağın rotasına göre şu şu saatleri arası şuraya doğru diyerek ayarlamaları yapmıştık. Fetva gibi algılanmasın ama biz çoğunlukla oturarak kılıyoruz. Bir iki kere sanırım hosteslerden rica edip uçağın arkasına seccade sermiştik. Eğer kıbleye doğru seccadeyi sermek sıkıntı oluyorsa (eğilip doğrulmaya yer kalmayabiliyor) oturarak kılmak bir kolaylık oluyor.
Budapeşte’ye indiğimizde şehir merkezine gitmek için iki seçenek vardı. Otobüs artı metro ya da taksi. Taksi ücretleri Avrupa’nın aksine Türkiye’ye benziyor. Ayrıca zamanında dolandırıcılardan yıldıkları için olsa gerek her taksinin üzerinde fiyat formülleri yazıyor. Durakta gideceğiniz yeri söylüyorsunuz ve size tahmini fiyatın yazılı olduğu bir fiş veriyorlar, yani acaba kazıklanıyor muyum, beni dolandırıyor mu gibi endişelere mahal olmuyor. 

Karnımız fena açtı ve sırt çantalarımız fazla ağır değildi, otele gitmeden önce yemek yiyelim dedik ve bir Türk lokantasına gittik. Eşim daha önceden Budapeşte’de üç ay yaşamıştı. Rehberliğimizi o yaptı. Gittiğimiz lokanta da    onun müdavimi olduğu bir yerdi. -Macarlarla ağız tatlarımız benzediğinden olsa gerek- fazla Türk olmamasına rağmen fazla fazla Türk lokantası var, ama çoğu helal değil, kanmamak gerek.  Ayrıca Müslüman sayısı da epey az, yani helal lokanta konseptine sık rastlayamıyorsunuz. Ama bu çeşit çeşit yemeye bir engel değil çünkü yaşasın veganlık, yaşasın vejetaryenlik ve yaşasın balık.

Toplu ulaşımla vakit harcamayalım diye oteli şehir merkezinden seçmiştik. Otel tercihi yaparken birkaç önemli nokta var, hangi unsurlar sizin için ne kadar önemli ona göre karar verebilirsiniz. Benim kullandığım kıstaslar şunlardı: Fiyat, merkeze yakınlık, toplu ulaşıma yakınlık, booking puanı. Booking otelin rezervasyonunu yaptığımız site bu arada, bilmeyenler için ekleyeyim. Tüm bu kıstaslara farklı önemlilik ağırlıkları yükledik, mesela merkezi olması en önemlisiydi, fiyat ikinci en önemli sırada derken Ferenciek Tere’de geceliği 20 euro’ya içinde mutfağı bile olan (olmasa da olurdu, sadece bir kere kullandık) güzelce bir otel bulduk. 

Yemeklerimizi yedikten sonra Tuna nehrine indik. Şubat olmasına rağmen hava buz gibi değildi. Akşam manzarası da bir harikaydı. Nehrin kenarına konulan banklarda kimsenin olmamasına şaşırdık. Ama şu an düşündüğümde yerel halk estetik manzaralara o kadar maruz kalıyor ki Tuna nehrinin akşam ışıklar altındaki pırıltılı görüntüsü onlar için bir artı değer olmaktan çıkmış, güzeli iyice kanıksamış olmalılar. Bu sonuca ulaşmak için Budapeşte’de birkaç gün geçirmek kafi. 



İlk akşamımızda büyülenmiş bir halde otele gittik. Eskice bir binanın -eski olmayan bina yok gibi zaten- içindeydi, epey tuhaf bir yerde, bir han gibi. Bize verilen şifrelerle kapıları açtık, koridorlardan geçtik. Karanlık ve ıssızdı. Ürpermedik diyemem. Ancak odayı görünce rahatladık. Yol yorgunluğuyla mışıl mışıl uyuduk.

***

Bu yazı çok uzayacağa benziyor, o yüzden gezinin kalan kısmını bölüm bölüm yayınlayacağım. Haftaya görüşmek üzere.
Yorum Gönder

Back to Top