Felsefe Taşı

Gönderen Etiketler: zaman:


Bir zamanlar bir plazanın kırk ikinci katında mesleği telefonları açıp hattın diğer ucundaki insanlar ne kadar kaba olurlarsa olsun onlara kibar cevaplar vermek olan Nihat adlı bir adam çalışıyordu. İşini sevmediği gibi yaşadığı ülkeyi ve o ülkenin insanlarını da sevmiyordu. Bir tanecik anacığı ve babası vardı. Koca adam olmasına rağmen hâlâ onlarla yaşıyor olmaktan mahcubiyet duyardı. Ama ne zaman ayrı ev mevzusunu açacak olsa aklına annesinin nefis yemekleri gelirdi. Boğazından sıcak aş geçtiği, faturaları babasının ödediği bu evde tek çocuk olarak yaşamaktan gayet memnun olduğunu fark ederdi. Ama babası şimdiden bilinmeyen gelecekteki torunları için endişelenmeye başlamıştı. Oğlunun biraz daha sorumluluk sahibi olmasını istiyordu. Ayrı eve çıkması için akşam yemeklerinde azar azar imalarda bulunuyordu. Nihat babasının mesajını gayet net alıyordu ya rahatını bozmak da istemiyordu. Ama kayıtsızlığını koruyamadı daha fazla. O akşamki iğnelemeler başlamadan önce yemekte ayrı eve çıkmayı düşündüğünü söyledi. Annesi hiç hesapta yokken Nihat’ın bu düşüncesine hararetle karşı çıktı. Oğlu gittiğinde yalnız kalacağını düşünüyordu. O güne kadar hayatı boyunca beraber olacaklarını düşünüyordu, kafasında başka bir ihtimal yoktu. Bu fikre alışma sürecindeyken komşuları aklına karpuz kabuğu düşürdü: Hala şansınız varken bir çocuk daha yapsanıza, evinize neşe gelir biz de bebek severiz.


Her gün birilerinin öldürüldüğü, kadınların tecavüze uğradığı, akla gelmeyecek pis şeylerle dolu bu dünyaya bir kız kardeşinin geleceğini öğrendiğinde oturup ağladı Nihat. İş yerinde telefonun karşısındaki insanlar gün geçtikçe kabalaşıyor, tanımadıkları bir insanın annesine küfürler savurmakta hiçbir beis görmüyorlardı. Haberler giderek kötüleşiyor, gazetelerin ölülere ayrılan sütunları ölülerle beslene beslene genişliyordu. Kardeşinin geleceğine endişelendiği için tüm kötülükler Nihat’ın gözüne daha hızlı, daha keskin ve daha belirgin şekilde görünüyordu. Yolunun üzerine kötü yola düşmüş kadınlar çıkıyor, gözlerinin önünde kapkaçlar cereyan ediyor, sokağın ortasında eşlerini döven adamlarla karşılaşıyordu. Kafasını başka konulara yöneltebilmek için yere bakarak yürümeye, televizyon izlemeyip gazetelere bakış bile atmamaya başladı Nihat. Onların yerine işi bırakıp kitaplara sardı.


Bir gün kütüphanede her zamanki raflara bakarken daha önce görmediği bir kitap gördü. Simya hakkındaki eski bir el yazmasının üzerine yakın zamanda yazılmış bir kitaptı. Tek lokmada bitirdi kitabı. Ardı sıra simya hakkındaki tüm kitapları okumaya başladı. O büyülü dünyaya girince Nihat’ın kafasında şimşekler çakmıştı. Ölümsüzlük ve sonsuz hayat sağlayacak felsefe taşı bir bebeğin büyümesini de engelleyebilirdi. Kız kardeşi hayatı boyunca masumcacık bir bebek olarak kalır, kendini onu tüm kötülüklerden korumaya adayabilirdi.

Bu sebeple harıl gürül okumaya bir yandan da civa, sülfür, kehribar, abanoz gibi işine yarayabilecek maddeleri edinmeye çalışıyordu. Tabi ki felsefe taşının belirli bir tarifi yoktu. Kadim bilgeler felsefe taşının herkesin baktığı ama çok az kişinin gördüğü bir şey olduğunu söylüyor, kimisi de onun mecazi bir anlatım olduğunu altındaki ruhani imgeleri anlamanın gerekli olduğunu yazıyordu. Ama Nihat kardeşinin doğmasına aylar kalmışken simyayı bir amaç değil araç, kendini de  yalnızca malzemeleri karıştırarak felsefe taşını elde edebilecek bir aşçı gibi görüyordu. Kapısını sımsıkı kilitlediği odasında kimyadan yalnızca amaç yönünde ayrılan çalışmalar yapıyordu. Annesininse karnı burnuna gelmek üzereydi. Komşulara uyarak hamile kalmaktan çoktan pişman olmuştu, üstüne oğlunun delirişini izliyordu.  
Sonra şöyle oldu, bebek erken doğdu. Çiçek gibi bir kızcağızdı, adını Çiçek koydular. Pek sağlıklı olduğu söylenemezdi. Gözlerinden biri işlevsizdi. Doktorlar büyüyünce anlaşılır başka neleri olduğu gibi şeyler söylediler, pek umutlu değillerdi. Yoğun bakıma girmesi gerekti birkaç kere. Anne ve babası umudunu kesmedi hiç. Çiçek de anlamış olmalı hayata tutunmaya devam etti. Alabildiğine kırılgan. Nihat da çalışmalarını bitirdi Çiçek iki yaşına geldiğinde. Annesinin bakmadığı bir aralıkta kardeşinin ağzına tıktı felsefe taşını. Çiçek o günden sonra on yıl daha yaşadı ama iki yaşından ileriye gidemedi. Doktorların öngördüğü büyüdükçe anlaşılacak sorunlardan biri bu muydu bilinmez ama Çiçek’in ne boyu uzadı, ne yüz şekli değişti, ne aklı gelişti, ne doğru düzgün yürüyebildi, ne de doğru düzgün konuşabildi. Nihat başarması durumunda neler olabileceğini hiç hesaba katmamıştı. Annesi yaşlanıyordu, babası yaşlanıyordu ama bebek bir yaş bile yaşlanmıyordu. Kendini sorumlu gördüğü için bebekle ilgilenmeye çalışıyordu ama bir ömür boyu her alışverişinde bebek bezi alması gerektiğini düşündükçe tüyleri diken diken oluyordu.
En sonunda Çiçek öldü. On iki yıl yaşamış, iki yaşına kadar gelebilmişti. Felsefe taşını bulamadığını kardeşi ölünce anladı Nihat. Hatta kardeşinin hastalığının bilimsel bir ismi de vardı ama bunu hiçbir zaman öğrenmek istemedi. Yine bir gökdelenin bu sefer on beşinci katında bir iş buldu. Ayrı eve çıktı. Anne babası öldü. O da yaşlanıp ölmeyi bekliyor.

-----
Not: Üçüncü kısıt uygulanmıştır. alistirma.tumblr.com
Yorum Gönder

Back to Top