Sabah kalkar kalkmaz tıraş oldu. Eşi kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Çocuklar masanın iki köşesine oturmuş, birbirlerine kızgın kızgın bakıyorlardı. Ahmet sofraya oturdu, eşi de çayını doldurdu. Muhabbetle baktı Ahmet Esma’ya. Esma da sezdi hemen etrafını çepeçevre saran sevgi çeperini. Dünyanın en güzel kadını gibi görünmesini sağlayan tebessümünü giyindi. Çocuklardan biri diğerine çikolatayı uzattı, kırgınlıkları dinmiş gibi görünüyordu artık.
Kütüphaneye girmesi için üç ayrı yerden izin alması gerekmişti Elif’in. Öğrenci işleri onu sekreterliğe, sekreterlik de profesörlerden birine yönlendirmişti. Hepsi de kütüphaneye ne için gitmek istediğini defalarca sormuştu. Altı üstü ayrıntılı tarih kitabından tarihin bir ayrıntısına bakacaktı. İstediği kitap da başka bir yerde bulunmuyordu. İzni nihayet aldıktan sonra kütüphanenin girişindeki görevlilere eline verilen kağıdı imzalatarak içeri girdi. Bir kütüphaneden beklenmeyecek kadar gürültülüydü içerisi. Oldukça büyüktü. Tavana kadar uzanan kitaplıkların üstlerine ulaşmak için üç kat balkon vardı.
Elif ilk girdiğinde masaların arkasında bir yerde toplaşmış olan insanları fark etmedi. Doğruca kitaplara yöneldi ve aradığı kitabın numarasına göre etrafta dolandı. Kitabı bulunca bir an önce bakmak istediği şeye bakıp gitmek istemedi. Zar zor girdiği bu kütüphanenin hikmetini öğrenmek gibi bir iştah duydu. O sırada fark etti kalabalık grubu. Elinde kitapla yanlarına yaklaşabildiği kadar yaklaştı. İnsanlar büyük, oval ayna gibi bir şeyin etrafına dizilmişti. Elif dikkatli baktığında onun bir ayna olmadığını gördü ya da daha önce görmediği türden bir ayna olduğunu. Yansıma olarak karşısındakileri değil sofra başındaki bir aileyi gösteriyordu. Bunun bir televizyon ekranı olduğunu düşünmedi, çünkü görüntü olabildiğince netti ayrıca ekranların sahip olmadığı bir ruha sahipti. Gruptan biri “bakın şimdi” dedi ve sağ ayağını oval aynanın içinden geçirdi. Daha sonra vücudunun geri kalanıyla birlikte sofra başındaki ailenin yanı başına vardı. Gruptan bir ooo sesi yükseldi. Aynanın içine giren adam şimdi mutfakta dolanıyor, aileden kimse onu görmüyordu.
Elif’in gördükleri karşısında tüyleri diken diken olmuştu. Olan bitenin sihir değil de bilim olduğunu öğrenmek zorunda hissediyordu kendini. “Neler oluyor” diye feryat ettiğinde herkes ona dönüp güldü. İçlerinden biri “manyetizmayı kullanıyoruz” diyerek belirsiz bir açıklama yaptı. Bunu duymak bile Elif’i bir nebze yatıştırmıştı. Nasıl yani diyecek oldu ama anlatılsa da anlamayacağını bildiği için daha fazla soru sormadı.
Ahmet evden çıktı, işe yürüyerek gidiyordu, az önce aynanın içine giren adam da Ahmet’le beraber yürüyordu. Ahmet’in yüzünde kendisinin muhtemelen farkında olmadığı bir gülümseme asılıydı. Arkada bir telefon kulübesi görüldü. Aynanın içine giren adam kulübeye ilerledi, bunun bir anlama geldiği belliydi ki aynanın başındaki insanlar “eyvah, yapacak” gibi endişeli homurtular çıkartmaya başlamıştı. Elif kabus görüyor gibiydi, daha korkunç ne olabilirdi bilmiyordu. Öylesine yaşayan birinin etrafında o görmeden dolaşılabiliyordu, onun her anına şahit olunabiliyordu. Şu an başkaları da Elif’i izliyor olabilirdi pekala. Kamburlaşan sırtını dikleştirdi ve grubun endişesine bir omuz da o attı ve “eyvah” diyerek mırıldandı.
Telefon kulübesinin içinde telefon değil de bir şalter kolu vardı. Adam kolu sıkıca kavradı ve aşağı indirdi. Birden çok şiddetli bir ışık kapladı her yeri sonra hemen söndü. Ahmet anında havaya yükselmeye başlamıştı. Elif kadar diğerleri de hayret ve dehşetle izliyordu olanları. Ahmet yükseldikçe ellerine ayaklarına bakıyor, kafasını bir aşağı indiriyor, bir yukarı kaldırıyordu. “Uçuyorum, uçabiliyorum” diye bağırdı, “Buradan Belgrad ormanını bile görebiliyorum!” Ama yolda yürüyen insanlardan hiçbiri Ahmet’i artık görmüyordu. Aynanın etrafındaki grup şaşkınlıktan donakalmışken daha da hayret verici bir şey oldu. Yolda yürüyen başka bir Ahmet vardı. Ama işe doğru değil eve doğru yürüyordu. Elinde iki iri valiz... Yukarıdaki Ahmet aşağıdakini gördü, tüm gücüyle “hey” diyerek bağırdı ama işe yaramadı. Ayakkabısını çıkartıp aşağıdaki kopyasının kafasına fırlatmayı denedi ama ne kendi birazcık aşağı inebiliyordu ne de ayakkabısının yere düşmeye niyeti vardı. Yalnızca aynı yükseklikte ileri geri ve sağa sola ilerleyebiliyordu. Öldüğünü sandı ama neler olacağını merak ettiğinden aşağıdaki Ahmet’in hizasında yürüdü, bu onun eve ilk taşındığı gündü. Esma’yla bugün tanışmışlardı, Ahmet valizleri eve taşımış, sonra kamyoncu gelmişti. Hamallara yardım ederken de Esma onlara çay ikram etmişti.
Bu olsa olsa bir armağan olabilirdi, öldükten sonra eski hatıraları yad etmek için bir fırsat. Ama kamyoncular o gün gelmedi. Yukarıdaki Ahmet aşağıdakinin Esma’yla hiç tanışmayacağını anladı ve ağlamaya başladı. Elif de aynayı izleyen diğer herkes gibi anlamıştı, gözleri ıslandı. “Biliyorsun, bir tane hayatımız yok” dedi gruptan biri Elif’e dönerek. Elif diğer hayatlarında bu kütüphaneye hiç girmemiş olmayı diledi. Gökyüzündeki adam durmaksızın ağlıyordu.
------
Söylemeden geçmek istemiyorum, Elif benim. Ve bu da benim bir zamanlar gördüğüm bir rüya. Hikayede biraz kolaya kaçtım anlayacağınız.