Kış yavaş yavaş yerini bahara bırakırken, benim içimde bir yerlerde, kendi gerçeğinden çok uzağa düşmüş bir sonbahar hüznü var hala. Sinmiş bir köşeye, ağrıyan yüreğine gömmüş bütün yüzünü, sessizce bekliyor.
Dile getirilmemiş hayal kırıklıkları, cevaplanmamış sorular, çözülmemiş sorunlar, yarım bırakılmış yarınlar... Bildiğin hüsranlar yani hepsi, yeni bir şey yok...
İçimde sınırsızca güvenebilmek arzusu; sorgulamadan, tedirgin olmadan. En büyük açlığım belki de bu, bu mevsimde. Kendimi birinin kontrolüne bırakıp, onun rüzgarında, yarını, dünü, kendimi, kısacası hiçbir şeyi düşünmeksizin, en sorumsuzundan bir tüy gibi uçup gitmek; hiç bilmediğim, hayalini bile kurmadığım, benim olmayan ve hatta benim olmadığım bir yerlere.
Uzun bir yol var düşlerimde ve ben sürekli aynı hayali düşlüyorum son günlerde.
Bir araba görüyorum. Ama ne renk, kimin, nereden gelmiş, nereye gider bilmiyorum. Sağ koltuktayım. Arkaya yatırmışım koltuğu, uzanmışım boylu boyunca. Ayaklarımı da uzatmışım hatta, torpido gözünün hemen üstüne doğru. İki elim başımın altında, gözlerim sımsıkı kapalı. Sürekli müzik var. İçim dolup taşıyor her bir notada. Camdan içeri giren güneş, yüzümü ısıtıyor, çok yakmadan. Sanki papatyalarla dolu bir çayırda yere yatmışım da zaman o saniye durmuş, havada asılı kalmışım gibi.
Arabayı kim kullanıyor, nereye gidiyoruz, hangi zamandayız bilmiyorum. O kadar gevşemişim ki hayatımda böyle dinlendiğimi hatırlamıyorum. Sanki bütün acabalarımdan sıyrılmış, tarihleri, planları, yapmam gerekenleri, olmam gereken insanı bir kenara bırakıp sadece ruhumla yürüyüp gitmişim gibi hafif hissediyorum.
Direksiyondaki kim gerçekten bilmiyorum. Ama içimdeki huzur öyle büyük ki ömrümü, vicdanına emanet ettiğim biri olduğunu kuvvetle hissediyorum.
Ve sabahtan beri düşünüyorum; yola bakmadan, ona bakmadan, nereye bilmeden, beni nereye götürdüğünü sorgulamadan tereddütsüz güvenebileceğim...
Ve benden tek beklentisi yanında olmam olan...
Kim var ki hayatımda?
Görsel alıntıdır...