
Güneşli bir İstanbul cumartesisinden günaydın diyorum, yetti artık orada burada gezinmek!
Akşam çok güzel uyuyup güne de güzel başladım. Sabah kahvaltısını yapan oğluma eşlik ettikten sonra da alıp geldim kahvemi, sizleri okuyarak içeyim diye, oturdum bilgisayarımın başına.
Alışkanlık üzere ilk uğradığım sayfalardan biri olan kişisel facebook sayfamı açtım. En son yorumumu 21 saat önce Japonya depremi ile ilgili yazdığım duruma gelen yorumlara, üzüntü içinde yaptığımı görünce şöyle bir kalakaldım.
Dün sabah bu saatlerde televizyonda izlerken kendimi tutamadan ağladığım, içimi kaplayıp beni üzüntüden bitiren felaketi unutmuş, hayatıma kaldığı yerden devam ediyor olmam tuhaf geldi birden bire bana. Samimiyetsiz buldum kendimi bir şekilde. Madem dün o kadar üzüldüm, bu sabah, henüz olayın üstünden 24 saat bile geçmeden bu kadar mutlu ve unutmuş olmam doğal mıydı ki? Ben sıcak evimde "kahvaltıda ne hazırlasam?" sorusuna yanıt ararken; birileri felakette kaybolan evlatlarının, yitip giden hayatlarının yasında, ayakta nasıl kalabileceklerinin derdindeydiler. Aileler parçalanmış, ömürler bir dakikada bitmiş ve tüm hayaller yerle bir olmuştu. Üstelik tehlike hala geçmemiş, santraller ciddi tehlike yaratırken, hayatta kalanların kendi canlarına dair korkuları bile geçmemişken bendeki bu aptalca pür neşeye çok bozuldum. Yakıştıramadım kendime, tuhaf geldim içimdeki ben'e.
Geçtiğimiz günlerde beyin kanaması geçirip hayata erkenden veda eden Ayşe'nin cenaze törenini izlediniz mi bilemiyorum. Ailesi ve takım arkadaşları ayakta duramayacak kadar perişan haldeyken, hemen yanlarında sohbet edip kendi aralarında gülüşüp duran iki futbolcu takılmıştı gözüme. Ve çok kızmıştım onlara. Yakışıksız bulmuştum durumlarını, hiç gelmeseler daha iyi bir iş yapmış olurlardı diye düşünmüştüm. O sahneyi gören pek çok kişinin de aynı fikri paylaştığına eminim, acıya saygı duymak lazım...
İşte bu sabah belki de kendimi o iki futbolcu gibi hissettiğim için bu kadar kızdım mutluluğuma. Aynı saygısızlığı göstermiş gibi utandım yaşadığım keyiften.
Ve derken bir de madalyonun diğer yüzünü gördüm. Başımıza gelen kötü olaylarda, hayatımızdakiler de üzülsün, bizle birlikte aynı duyguları yaşasın, aynı tepkileri versin isteriz de hani hepsinden göremeyiz beklediğimiz aynı yaklaşımı da bize verdiği değeri sorgularız ya hani... Biz bu kadar kötüyken onların gülmelerine öfkelenir, 'nasıl yapabilir bunu!' diye isyan ederiz ya hani...
Öğreniyor insan. Kişi başına geleni yaşarmış demek ki sadece. O yüzden ben dün ağlarken bu sabah gülebiliyormuşum. Ben ağlarken yakınlarım gülebiliyormuş.
Hayat; herkes için başka bir yüzünü gösteriyorken aynı hissi duymak ve muhafaza edebilmek çok zormuş meğer. Japonya'nın başına gelen felakete üzülmüş olmakla birlikte aynı anda kendi hayatında büyük bir mutluluk ile gülümsüyor olabilmek mümkünmüş ve herkes için doğalmış demek ki...