Kesin dönüşümüzü yaptık, iki haftayı geçkin Türkiye’deyiz. Artık bu yollardan geri dönüş olmayışı gerçeğini henüz sindiremediğimden bırakın bu konu hakkında yazmayı, üzerine düşünmekten dahi çekindim. Bu yazıyı yazarken bir yandan da kendi duygularımla ilk defa yüzleşeceğim ve nasıl hissettiğimi ilk defa kendimi engellemeye çalışmadan enine boyuna masaya yatıracağım.
Özetle üzgünüm.
Havaalanına giderken gizli gizli silebildiğim gözlerim uçakta vanası bozuk birer çeşme halini aldı. Neyse ki yol uzundu ve uçak inene kadar çeşmeleri tamir etmek için bol vaktim oldu. Pasaport kontrolünden önce son bir kez hıçkırdım. Artık tamam. İpleri duygularımın elinden alıp mantığıma devrettim. Öyle ya vatanımıza geldik. Ailelerimizi göreceğiz. Arkadaşlarımızla hasret gidereceğiz. Artık ana dilimizi rahatça konuşabileceğiz. Gelsin Türk yemekleri, gitsin lokantalar. Sevdiklerimizin önemli anlarında birlikte olabileceğiz. Hasta olmaktan korkmayacağız. Diş sigortamız olmadığı için en ufak bir diş ağrısında panik olmayacağız. Bayramlarda boynumuz bükük kalmayacak. Ezan duyacağız. Kitaplarımızı imzalayabileceğiz...
Liste uzayıp gidiyor. Türkiye’ye dönüşümüzün bir sürü güzel yanı var. Kesinlikle nankörlük etmek istemem. Benim Hollanda’dan bu denli zor ayrılışımın arkasında daha duygusal sebepler var. Eşimle ilk evimizin Hollanda olması en büyüğü sanırım. Evimiz kutu gibiydi, görseniz. Çatı katı. Bir oda bir salon/mutfak. İçinde dört kişiyi yatılı misafir edebildiğimiz 40 metrekare, küçük ama bereketli bir ev. Camiye beş, Yıldız Market’e iki dakika. İki sandalye, iki tabure. Ufacık bir tezgah. Çok hızlı pişiren bir fırın.
Özetle üzgünüm.
Havaalanına giderken gizli gizli silebildiğim gözlerim uçakta vanası bozuk birer çeşme halini aldı. Neyse ki yol uzundu ve uçak inene kadar çeşmeleri tamir etmek için bol vaktim oldu. Pasaport kontrolünden önce son bir kez hıçkırdım. Artık tamam. İpleri duygularımın elinden alıp mantığıma devrettim. Öyle ya vatanımıza geldik. Ailelerimizi göreceğiz. Arkadaşlarımızla hasret gidereceğiz. Artık ana dilimizi rahatça konuşabileceğiz. Gelsin Türk yemekleri, gitsin lokantalar. Sevdiklerimizin önemli anlarında birlikte olabileceğiz. Hasta olmaktan korkmayacağız. Diş sigortamız olmadığı için en ufak bir diş ağrısında panik olmayacağız. Bayramlarda boynumuz bükük kalmayacak. Ezan duyacağız. Kitaplarımızı imzalayabileceğiz...
Liste uzayıp gidiyor. Türkiye’ye dönüşümüzün bir sürü güzel yanı var. Kesinlikle nankörlük etmek istemem. Benim Hollanda’dan bu denli zor ayrılışımın arkasında daha duygusal sebepler var. Eşimle ilk evimizin Hollanda olması en büyüğü sanırım. Evimiz kutu gibiydi, görseniz. Çatı katı. Bir oda bir salon/mutfak. İçinde dört kişiyi yatılı misafir edebildiğimiz 40 metrekare, küçük ama bereketli bir ev. Camiye beş, Yıldız Market’e iki dakika. İki sandalye, iki tabure. Ufacık bir tezgah. Çok hızlı pişiren bir fırın.
Gitmeden tüm eşyaları bir şekilde elimizden çıkartmamız gerekeceğinin en başından itibaren farkında olarak yaşamış olsak da bu kısım taşınmanın en zor kısmıydı. Çünkü Hollanda’da çöpe eşya atmak masraflı bir iş. Çöp merkezlerine götürüp, tarttırıp ona göre bir ücret ödüyorsunuz. Bizim arabamız olmadığı için üstüne bir de araba (hatta belki minibüs) kiralamamız gerekecekti. Biz de satabildiğimizi satmaya, verebildiğimizi vermeye aylar önceden başladık.
Hollanda’daki bu çöp politikalarından dolayı hem ikinci el satışlar hem de eşya hibesi oldukça yaygın. Kullanmadığın masanı bedavaya vermek onu çöpe atmaktan daha kârlı nihayetinde. Bu satış ve hibeler de çoğunlukla facebook grupları üzerinden gerçekleşiyor. Kurtulamayacağımızdan en emin olduğumuz mobilyamız eski bir koltuktu. Eğer Hollanda’ya yeni taşındıysanız ve ev döşüyorsanız bir yerlerden bedava koltuk bulma ihtimaliniz çok fazla, gruplarda koltuktan bol bir şey yok. Nedendir bilmem. Biz de korka korka bedava koltuk ilanı koyduk. Hemen de talip çıktı. Ve evimizden ilk ayrılan üçlü koltuğumuz oldu.
Sonra halı, masa, şifonyer vesaire derken sırayla ilanları verdik. İşin en sıkıntılı kısmı hangi eşyanın ne zaman satılması gerektiğini ayarlamaktı. Yatağın iskeletini erken verebilirdik ama yatağın süngeri son güne kadar lazımdı. Ama son gün birini bulabilecek miydik? Bulamasaydık ne olacaktı? Müşterilere de asla güven olmayacağını neyse ki erken öğrendik. Önceden anlaşsak, şu gün gel al desek gelecekler miydi?
Hollanda’daki bu çöp politikalarından dolayı hem ikinci el satışlar hem de eşya hibesi oldukça yaygın. Kullanmadığın masanı bedavaya vermek onu çöpe atmaktan daha kârlı nihayetinde. Bu satış ve hibeler de çoğunlukla facebook grupları üzerinden gerçekleşiyor. Kurtulamayacağımızdan en emin olduğumuz mobilyamız eski bir koltuktu. Eğer Hollanda’ya yeni taşındıysanız ve ev döşüyorsanız bir yerlerden bedava koltuk bulma ihtimaliniz çok fazla, gruplarda koltuktan bol bir şey yok. Nedendir bilmem. Biz de korka korka bedava koltuk ilanı koyduk. Hemen de talip çıktı. Ve evimizden ilk ayrılan üçlü koltuğumuz oldu.
Sonra halı, masa, şifonyer vesaire derken sırayla ilanları verdik. İşin en sıkıntılı kısmı hangi eşyanın ne zaman satılması gerektiğini ayarlamaktı. Yatağın iskeletini erken verebilirdik ama yatağın süngeri son güne kadar lazımdı. Ama son gün birini bulabilecek miydik? Bulamasaydık ne olacaktı? Müşterilere de asla güven olmayacağını neyse ki erken öğrendik. Önceden anlaşsak, şu gün gel al desek gelecekler miydi?
İlk yaptığımız şey anahtar tesliminden bir gün önce evden çıkmaya karar vermek oldu. Bir iki gün başka bir yerde kalmaya karar verdik.
Müşterilerle güven ilişkisi kurabilmek adına da depozito almaya karar verdik. İlanlara da bunu açık açık yazdık ki işine gelmeyecek olan bize hiç yazmasın.
Ve en olmazsa olmazı cami eşrafından yardım istemek oldu. Her ne kadar eşyaların çoğunu satıp dağıttıysak da kırık kırtık bir sürü şey kaldı geriye. Hiç açılmamış tıraş bıçakları, iğne iplikler, tuvalet kağıtları, çöp kutusu, terlikler... Onları da sağ olsun bir abla gelip isteyenlere dağıtmak üzere aldı. Biraz utanmadım değil ama bizim için kurtarıcı oldu.
Evi bomboş boşaltıp geldik. Anılarımızla birlikte çöplerimizi de götürdük...
Aslında bu taşınma işlerinden apayrı bir yazı çıkardı. Ama henüz onun sıkıntısını da atlatabilmiş değilim. Hâlâ bahsettikçe içim daralıyor. Çok şükür bitti. İki büyük valiz, iki küçük valiz, ikişer sırt çantasıyla uçağa bindik. Tam da o zamanlar Hollanda’dan Türkiye’ye dönecek iki tanıdığımız vardı (biri benim canım arkadaşlarımdan biri), onların valizine de ayrı ayrı 10-15 kiloluk eşya verdik, bir de 15’er kiloluk iki koli yapıp postayla gönderdik. Her ne kadar kendimi minimalist gibi hissetsem de bir dolu kıyafetimiz varmış meğer.
Herkesin dediği şey ilk evi bırakmanın zor olduğu. Yurt dışında olsun ya da olmasın. Benim dönüş için duyduğum hüzün biraz da bu. Ama birazı da oradaki kafa rahatlığımı, bağımsızlığımı, kendi kendime yettiğim o minik dünyamı kaybetme endişesi. Kimsenin beni yargılamasından endişe etmeden hareket edebilmeye devam etme arzusu. Sosyal baskıdan ırak yaşamaya devam edemeyeceğim inancı. Hayatıma girecek olan olası mecburiyetler. Ne yapacağıma artık karar verme zorunluluğu. Gerçek hayata geçiş belki de.
Yine de kendimi hayatımdaki bu büyük değişim için olumlu bakmaya yönlendiriyorum. Yeni bir kuş alacağım. Spora yazılacağım. Yüzmeye gideceğim. Ehliyet alacağım. Yüksek lisans yapacağım...
Bu düşünceler olumlu bakmamda işe yarıyor mu? Biraz. Hayat sürekli değişiyor ve bazen böyle büyük değişiklikler de gerekiyor. Yeniden korkmamak, onu kabullenmek adına güzel taraflar bulmak, ilerisi için hedefler koymak filan tam da şu an ihtiyacım olan şeyler. Yeni bir eve taşınacağız. Hangi şehirde yaşayacağımız önümüzdeki aylarda belli olacak. Sıfırdan ev döşeyeceğiz. Aslında heyecanlı süreçler. Ah bir de bu stres kısmı olmasa. O da hayatın olmazsa olmazı. Hareket etmemizi sağlayan güç.
İşte böyleyken böyle. Biz geldik. Daha da buralardayız. Çaya bekleriz.
Bu düşünceler olumlu bakmamda işe yarıyor mu? Biraz. Hayat sürekli değişiyor ve bazen böyle büyük değişiklikler de gerekiyor. Yeniden korkmamak, onu kabullenmek adına güzel taraflar bulmak, ilerisi için hedefler koymak filan tam da şu an ihtiyacım olan şeyler. Yeni bir eve taşınacağız. Hangi şehirde yaşayacağımız önümüzdeki aylarda belli olacak. Sıfırdan ev döşeyeceğiz. Aslında heyecanlı süreçler. Ah bir de bu stres kısmı olmasa. O da hayatın olmazsa olmazı. Hareket etmemizi sağlayan güç.
İşte böyleyken böyle. Biz geldik. Daha da buralardayız. Çaya bekleriz.