Maastricht Günlükleri - İki Yıl Ne Ara Geçti?

Gönderen Etiketler: zaman:
On beş temmuzun benim için bir anlamı daha var. Düğünümüz. Evlilik yıl dönümümüzü bırakın bizim unutmamız, eş dost, akraba, tanıdıkların da unutması mümkün değil. On altı temmuz iki bin on altıyı düğün tarihi olarak belirlediğimizde aklımıza gelebilecek en büyük aksilikler, benim gelinliğe takılıp düşmem, salonun kapasitesinden fazla misafir gelmesi, yemeklerin bozuk olması ve tüm misafirlerin zehirlenmesi filandı. Hayal gücümüzün sınırları bu kadardı, daha ötesi bir aksiliği tahayyül edemezdik. Ama gelin görün ki tam da dini nikahımız kıyılırken darbeyi duyduk. Uykusuz ve belirsizliklerle geçen bir gecenin sabahı hâlâ daha düğünü yapacak mıyız bilmiyorduk. Dört gün sonra Hollanda’ya biletimiz vardı, Hollanda’ya gidebilecek miydik onu da bilmiyorduk.

Travmatik anılar duygusal yükleri sebebiyle daha ayrıntılı hatırlanıyor. Hâlâ daha hissettiklerim aklımda. Soluğu dışarıda alan annemi, babamı, kardeşlerimi kaybetmeye kendimi hazırlamaya çalışmam ama düşüncesinin bile tahammül edilemez gelmesi, beni evde alıkoydukları için onlara duyduğum öfke, onlardan haber almaya çalışmak, televizyonun başında nasıl olur nasıl olur diye diye söylenmek. Uçak sesleri, patlama sesleri. Odada ağlayan büyük babaanne. Dualar. Dualar. Korka korka balkona çıkıp hemen geri girmek. Çoğumuz benzer şeyleri yaşamışızdır muhtemelen. Bilmiyorum size de daha dün gibi geliyor mu. Üzerinden hiç geçmemiş sanki dünmüş ya da önceki günmüş gibi.

Hemen ertesi gün, on altı temmuzda da düğünümüzü yapabildik çok şükür. O da daha dün gibi, halbuki iki yıl olmuş. İdrak edemiyorum. Nasıl olabilir? Nasıl olabilir? Zaman nasıl bu kadar hızlı geçebiliyor? İnanılmaz. İnanılmaz.

İşte, tüm bunları hem günün anlam ve önemine binaen hem de Maastricht’e geleli iki sene olması sebebiyle yazdım. Benim için darbe hem zihinsel açıdan bir dönüm noktası oldu (hiçbir zaman güvende değiliz) hem de süregelen hayatımın değişmesiyle (evlendim, yurtdışına taşındım vs).

Ve buradaki hayatımızın da sonuna gelmek üzereyiz. Türkiyeye temelli dönecek gibiyiz ama hiçbir şey belli değil. Karşımıza güzel fırsatlar çıkması için dua ediyoruz. Biraz belirlilik istiyoruz. Ve göçebe hissiyatından bir nebze sıyrılmak. Hoş, bu benim çok rahatsız olduğum bir konu değil, bir yerde kalıcı olmama fikrini seviyorum, hatta kalıcı olma düşüncesi beni bir miktar korkutuyor (her ne kadar atalarım köylerinden dışarı adım atmamış olsa da). Göçebe psikolojisinden çıkmayı eşim için istiyorum, ne kadar da fedakarım görüyor musunuz? Ne derler bilirsiniz “happy wife happy life”, bunu kocalara da uyarlayabiliriz bence.

Dönecek olma düşüncesi buradaki en yakın arkadaşımın dönüşü yaklaştıkça (bir aydan az kaldı) iyiden iyiye kendini göstermeye başladı. Bu yolda son bisiklet sürüşlerimiz, bu manzaraya son bakışlarımız, bu parkta son yürüyüşlerimiz, bu marketten son alışverişlerimiz olacak. Belki arkadaşımınki kadar yakın bir zamanda değil ama yakında. İki sene su gibi geçti de birkaç ay mı geçmeyecek?

Kalanlar gidenleri yol ediyor, yol sırası kalanlara geliyor. Hayat birilerine el sallamakla ve arkandan el sallanmasıyla geçiyor.

İyice melankoliye bağlamadan konuyu değiştireyim.

Hollanda genelinde kurulan bir sivil toplum örgütü, “Yeşil Müslümanlar”dan bahsetmiştim daha önce. Her ay yürüyüş yapıyorlar, biz de eşimle iki üç tanesine katıldık. Bu ay bilin bakalım yürüyüş neredeydi? Maastricht’te. Beraber on altı kilometre yürüdük. Hava sıcak olmasına rağmen çok güzeldi. Manzaralar, yollar, ekibimiz... İstasyonda ilk toplandığımızda “aha” dedim, “herkes Felemenkçe konuşuyor, tanıdığım kimse yok. Bir kişiyle bile konuşmadan yolu bitirirsem şaşırmayacağım.” Velakin öyle olmadı. Yol boyunca birileriyle sohbet ettim desem yanlış olmaz. Bambaşka kültürden bambaşka insanların ortak bir çatı altına gelmesi o kadar güzel bir şey ki. Çok şükür böyle bir grupla tanışma fırsatımız oldu. Hollanda’da yaşamanın bana kattığı değerlerden biri “kardeşlik duygusu”, kesinlikle.

Madem burada kalmayı çok istiyorum o zaman bunun için bir şeyler yapayım dedim. Staj yaptığım araştırma merkezinde araştırma asistanı olarak işe girmek için birtakım girişimlerde bulunuyorum. Bakalım, hayırlısı. Yarı zamanlı bile girsem benim için oldukça güzel bir deneyim olacak. Yarın için randevu aldım hocamdan, onunla konuşacağım. Allahım lütfen güzel haberler alayım.

Müslüman kadınlarla yaptığımız spora yaz tatili nedeniyle ara verdik. Üzgünüm. Evde kendim bir şeyler yapmaya çalışıyorum hamlamamak için ama spor salonundaki motivasyon olmuyor tabii. Nasıl bekleyeceğim eylüle kadar? Diye sorarsam şimdi ayıp olacak, birkaç paragraf önce zamanın ne kadar hızlı geçtiğine şaşırmışken.

Öğlenleri hava deli sıcak. Öyle böyle değil. Ve nemli. Öğhh. Bir pazar günü oturduğum yerde alnımdan terler damlıyor ve başımın etrafında kara sinekler uçuşuyorken dedim ki “yeter artık, yarın çıkıp bir vantilatör alacağım minimalistliğin canı cehenneme.” Vantilatörü aldığım gibi hava serinledi. İnanamazsınız. Yağmur, şimşek, rüzgar, buz gibi oldu hava. Hırka filan giydim. Vantilatörü de tam karşıma kurmuştum. Bana pis pis sırıtıyor. “Neyse” dedim, “Havanın serinlemesi için vantilatör almak gerekiyorsa on tane daha alırım no problem.” Çok uzun sürmedi serin havalar (neyse ki demeyeyim di mi), tekrar ısındı da vantilatörü kullanıyoruz (yaşasın demeyeyim di mi). Neyse ki akşamları hava epey serinliyor, dışarı çıkmak, gezip tozmak için güzel oluyor.

Ve yeni bir gelişme, camimizin gençlik kolları kuruldu. Diyanet’in şart koymasıyla olmuş, apar topar bir kadın gençlik kolu kurmuşlar. Ben caminin etkinliklerine gittiğimde hiç yaşıtlarımla karşılaşmadığımdan yakınıyordum. Hep teyzeler hep teyzelerdi. Bu gençlik kolu vesilesiyle gençleri de görmüş oldum. Birlikte akşam yemeği yedik, ilk icraatlerimizin neler olacağını konuştuk. Eylülde kermes düzenleyeceğiz inşallah. Kermes dışında geziler, seminerler vs yapılabileceğinden bahsedildi. Bence bu çok güzel bir haber. Hem gençlere sorumluluk verme hem de onların camiyle dolayısıyla müslümanlarla ilişkilerini kuvvetlendirme açısından faydalı olacağını düşünüyorum. Bana da güzel oldu, yaşıtlarımla tanıştım ve faydalı olabileceğim bir şeyler yapabilme fırsatı doğdu. Eğer ilgilenen olursa pozitif psikoloji ya da hafıza teknikleri semineri filan vermeyi düşünüyorum ilerleyen zamanlarda.

İşte, Maastricht’teki hayatımın son durumu bu şekilde. Zaman hızlı hızlı akıp geçiyor. Yeni bir dönüm noktası kapıda. Gençlik biraz da bu sanırım. Her an rotamı başka bir yere çevirebilirim. Her an yolum değişebilir. Dünyadaki faniliğimizi hatırlatması açısından göçebe olmak, göçebeliğin farkında olmak. Yirmili yaşlar için hayat çok değişiyor, insan kendini buluyor filan diyorlardı, bizzat yaşıyorum. Bakalım büyüyünce ne olacağım sorusunun cevabı benim için hâlâ muallakta.

Bugünlük bu kadar sevgili okurlar, başka bir yazıda görüşmek üzere, hoşçakalın.

Yorum Gönder

Back to Top