Merhaba sevgili okurlar, bu hafta bir öykü paylaşmak istedim. Bir şarkının direkt çevirisi, kültüre uyarlaması gibi oldu. Antrenman olsun diye yazdığım öykülerden. Şarkı aşağıda. Öykü de hemen onun aşağısında. İyi okumalar.
Alnının Çatına Geçirecektim Ki…
Onları hazır oradayken öylece vurmalıydım. Çat çat. Bir kurşun sana bir kurşun da sana. Fırsatım varken vurmalıydım onları. Vurmalıydım onları, hazır fırsatım varken. Salağım ben. Koca bir salak. Fırsatım vardı. Fırsatım varken... Ah vuracaktım ki onları…
Bu sefer voliyi vuracaktım. Temiz iş, tereyağından kıl çeker gibi olacaktı her şey. Şu büyük zincir marketlerden birine gidecektim. Plan milan, her bir şey hazır. Mahalleden az biraz alık iki genci de ayarttım. Ali ve Veli, abi kardeş elleri pek hızlı. Benim hızlı adama ihtiyacım vardı, zeki olmasalar da olur, hatta zeki olmamaları daha iyi. Parayı hızlıca çantaya dolduracaklar, geldiğimiz gibi hızlıca sıvışacağız. Emindim, bu sefer son olacaktı, bir daha hırsızlık yapmama gerek kalmayacaktı. Kocamandı valizden bozma çantamız. O parayla rahat rahat ihya olacaktım. Çocuklara da koklatacaktım tabii, tek kişilik iş değil sonuçta.
İkisinin de emanetleri tam. Benim de belimde var mütevazı bir şeyler.
İçeri girdiğimiz gibi havaya ateş açtı Ali. “Eller yukarı” diye bağırdım. Çığlık atanlar, korkudan rafların arasına sinenler... Kasiyerin birine uzattım çantayı. “Doldur şunu” dedim. Diğer elimde ona doğrulttuğum silah... Her şey şimdilik plana uygun gidiyor. Kız kasılıp kalmıştı, hareket edemiyordu, bana öyle salak salak bakıyordu. “Güzelim, doldur şunu dedim” diyerek üsteledim. Silahımı alnına biraz daha yaklaştırdım. Kızcağız bu sefer ağlayarak doldurmaya başladı çantayı. Öbür kasaya gidiyordum ki kulakları sağır eden alarm sesleri duyulmaya başladı. Artık her kimse, birisi bir düğmeye basmış olacak. Ama nasıl gürültü. Sonra birden bir patlama sesi duyuldu, hemen döndüm sesin geldiği tarafa. Güvenlikçi eleman kaşla göz arasında silahını çıkartmış bizim Ali’nin alnının ortasını tek mermiyle delmiş. Ali’nin yere yığıldığını görünce kardeşi Veli gözünü kırpmadan “Bu abim için” diyerek on ikiliğinin iki şarjörünü de güvenlikçi adamın göğsüne yağdırdı. Adam abartmıyorum o kurşun yağmuruyla en az beş metre geriye uçtu.
Al işte, yakalansaydık beş yıl yatar çıkardık, şimdi müebbetlik olduk, iyi mi? Veli’nin mermiler de suyunu çekti tabii.
Neyse artık bu kadar yeter, bir an önce dışarı sıvışalım dedik. Çantayı sıkı sıkı kapattım, tam kapıya gidiyorduk ki binanın önünü komple sarmış aynasızlar. Artık kaç kişilerse, on, yirmi, elli, yüz... Başlarında bizim polis memuru Koca Ahmet, hukukumuz vardır önceden ama beni içeri tıkmak ona bir türlü nasip olmamıştır. Bu sefer gözünü karartmış, yakalayacak beni haspam. Tüm gösterinin yıldızı olmuş. Elindeki megafondan beri bağırıyor “Çocuklar teslim olun, masumları serbest bırakın! Etrafınız çepeçevre sarıldı. Hiç şansınız yok. Kaçamayacaksınız, bari teslim olun çocuğum. Bundan sonrasını güzellikle halledelim.”
Bak bak bak, babacanlık taslıyor bir de, çocuğummuş, pabucumun çocuğu. Ölsem de teslim olmam. Veli delirmiş gözlerle bana bakıyor. “Abi napcaz biz şimdi?”Ağladı ağlayacak. “Sus bir diyorum, bulacağız bir yolunu. Veli dışarıya bakmak için pencereye gidiyor. Tam da o anda, Veli başını pencereye uzattığı gibi bir kurşun camı tuz buz ederek Veli’nin kafasını dağıtıyor. İnsanlar çığlık çığlığa. Veli’nin beyni bulaşmış üstlerine başlarına. Kafam cayır cayır. Bire karşı yüz kişi mi? Adamsanız tek tek gelin be.
Ama pes etmeyeceğim. Gerekirse şu marketteki herkesi çoluk çocuk demem vururum, hiç acımam akıtırım pekmezlerini. Bağırıyorum dışarıya doğru, “vururum herkesi” diyorum. “Bırakın beni!”
Megafondan tanıdık başka bir ses geliyor. Annemin hıçkırıklarının, babamın o duygusuz sesinin ne işi var burada? Kesin Koca Ahmet’in işi. “Yazıklar olsun sana” diyor babam. Megafonun ne işe yaradığını bilmiyormuş gibi bağırıyor tüm gücüyle. Herifi sırf bana saydırsın diye getirmişler, olaya bak. “Senin gibi evlat olmaz olsun. İnşallah kafanı uçururlar” diyor, bu kadarı da fazla olmadı mı babişko? Annemin arkadan cılız cılız sesi geliyor “Oğlum yapma etme, gel teslim ol...”
Yok yahu, kolaydı o kadar. Sırf anam babam benimle gurur duysun diye hayatımı hapishane köşelerinde çürütecek değilim. Umrumda değil hakkımda ne düşündükleri. Anamın duygu sömürülerine de kanacak değilim, koca adamım ben. Annemle babam biraz daha konuştular, baktılar bende tık yok, bir yarım saate pes ettiler. Koca Ahmet’in planı da böylece suya düştü tabii. Kıyamam.
Daha sonra... Daha sonra bir kadın getirdiler kapıya. Nagehan. Hayatımın aşkı. Beni yedi ay önce terk etti zalimin kızı. O gün bugündür yüzünü görmedim. Küçük şehir, karşılaşırız belki sanmıştım, öyle olmasını ummuştum. Geçtiği yollardan geçmeye çalışmıştım, gittiği mağazalara gitmiştim, ama o görünmez olmuş, karşıma bir türlü çıkmamıştı. Benden bir garson için ayrılmıştı zilli, iki hafta sonra onu da ikinci el araba satan bir herif için terk etmiş. Gözlerindeki o hırs parıltısına bayılırdım en çok. Saçlarının kokusuna. Kulaklarının biçimine. Nagehan. Biricik sevgilim.
Megafon bu defa onun o biçimli ellerindeydi.
“Canım lütfen dışarı çık, yanıma gel.” dedi. Önce şaşırdım biraz. Bana söylediği son cümleler bundan çok farklıydı. “Git” demişti, “defol git, bir daha da karşıma çıkma, serseri.”
“Gel, yeniden başlayalım.” diyordu şimdi. O kadar insanın önünde. O kadar insan şahit olsun mu bu dediğine?
“Sen hapisteyken söz, bekleyeceğim seni. Sana her gün mektup yazacağım.” Silahı hâlâ sıkı sıkı tutan parmaklarım biraz daha gevşiyordu sevgilimin her cümlesinde.
“Seni seviyorum, lütfen hiç olmazsa benim için teslim ol.” Nagehan. Ah Nagehan. Yalan söylediğini biliyordum. Sen ne zaman doğruyu söyledin ki Nagehan? Gerçek olamayacak kadar güzeldi bu dediklerin. Sen gerçekleri de sevmezdin hem. Gerçekler acıdır derdin. Ayrıca öyle birkaç sene yatıp çıkamayacağımı da biliyordum, müebbetti sonum. İşte bak, benim gerçeğim de bu. Ama o an, kalbime bir şüphe düştü.
Peki ya eğer Nagehan’ın dedikleri gerçekse?
Biricik aşkım Nagehan içindi, o ufacık ihtimal içindi, o ufacık minicik yeniden birlikte olma ihtimali içindi, attım silahımı yere. Silahımı attım yere Nagehan için, Nagehan, müstakbel eşim, çocuklarımın annesi... Çocuklarımın annesi olacak kadın için attım silahımı yere.
Koca Ahmet’e doğru bağırdım. “Teslim oluyorum, ateş açmayın!”
Ne oldu peki? Müebbet almadım. Altmış sene biçtiler cüsseme. Yani burada ölüp gideceğim. Burası belli. Peki Nagehan? Kahraman oldu, Koca Ahmet’le beraber. Çok da yakışıyorlar.
Kara sevdaydı benimki. Fırsatım varken vuracaktım ah ki ikisini de.