Sınırlarımı fark etmeyi ve bu uçlarda dolanmayı seviyorum. Yeni tatlar denemek, uykusuzluk denemeleri, şekeri bırakmak, çocuklarla oynamak, dahil olduğum bir gruba liderlik etmek, toplum içinde konuşmak, yeni insanlarla tanışmak gibi şeyler. Kendimi tanımlamama yardımcı oluyor böyle deneyimler. Birkaç sene önce en sevdiğim hayvanın bile ne olduğunu bilmiyordum.
Bu Türkiye tatilimizde yeni tatlar sayfasını yeniden açtım. Uzaktan uzağa ön yargılı olduğum sakatat deneyimlerinin çoğunlukta olduğu bir sayfa oldu bu sefer. Bunun bir sebebi Avrupa’daki sakatat kısıtlamalarının yasakları çiğneme içgüdümü canlandırması oldu. Yoksa ön yargılarıma meydan okumak elbette daha zor.
Bu geldiğimizde ilk defa tattığım ya da ikinci şans verdiğim lezzetler:
İşkembe Çorbası (daha önce hiç yememiştim)
Arnavut Ciğeri (ciğerin böylesini ilk defa yedim)
Kokoreç (ilkini yıllar önce ekmek arası bir ısırık şeklinde denemiştim)
Kereviz (bu ikinci şans verdiklerimden)
Hiçbirine de bayıldığımı söyleyemem ama ön yargılarım kesinlikle darbe aldı. Daha önce ciğeri burnumu tıkayarak çiğnemeye çalıştığımı hatırlıyorum. Kerevizi de oldukça itici bulmuştum. Ama bu sefer gayet yenilebilir geldi ikisi de. Ben sanırım artık büyüdüm ya.
Türkiyeye gidip geldikçe burada özlediğim özlemediğim şeyler listesi yapıyorum kafamda. Mesela trafiğini, şoförlerini filan kesinlikle özlememişim. Yaya geçidinin olduğu ve trafik ışığının olmadığı genişçe bir caddede karşıdan karşıya geçmeye çalışırken en son dedim ki allahım kesin burada bir araba çarpacak bana ve o şekilde öleceğim. Yok, imkanı yok karşıya geçmenin. Tüm yollar arabalara ait, yayalar kim ki.
Özlediğim şeyler arasında özgürce yemek yemek. Allahım. Alışveriş yaparken içindekiler kısmına incik cincik bakmak zorunda olmamak. Hoş, acı bir deneyimle aslında alışveriş yaparken türkiyede de içindekiler kısmına bakmak gerektiğini öğrendim. Soya sosu aldık buradan, ki migros gibi alkol satılan yerlerden de değil. Kendini dindar olarak tanımlayan filan bir market zinciri. Hong Kong’tan ithalmiş sos. Öyle olunca usuldendir deyip baktım içindekilere ve cidden helal olmayan hayvansal bir katkı maddesi çıktı. Kesinlikle dikkatli olmak gerekiyormuş onu anladım. Yine de dışarıda yemek olsun, alışveriş olsun görece çok daha rahat.
Özlediklerim arasında metro var. İlginç ama özlemişim. Güzel bir kolaylık. Otobüslere mecbur değilsin, bekleme yok, gecikme yok. Ve elbette vapur! Burada vapur romantizmi yapmak istemiyorum, bu geldiğimde hevesimi aldığımı söyleyeyim kafi.
Özlemediğim şey, memleketimin insanları. :( Bu kadar berbat olmayı nasıl başarıyorsunuz ey insanlar? Kirli, kaba, bencil, düşüncesiz, sorumsuz... Bu konuya çok girmeyeyim, bir konuşmaya başlarsam susamama ihtimalim var. Yine kızdırdılar beni.
Önümüzdeki cuma dönüşümüz var. Bir sıla-ı rahim maceramız da böylece sona eriyor. Bolcana şımartıldık, bir gün orada yemek, bir gün burada kahvaltı, bir gün arkadaşlarla görüşme, bir gün akraba daveti derken geçiverdi günler. İnsan yine de evini arıyor. Ne ilginç değil mi.
Bugünlük benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere sevgili okurlar, kendinize iyi bakın.