Herkese merhaba. Bugün size ilgimi çeken bir konudan ve bu konuda yapılmış araştırmalardan bahsedeceğim. Konumuz özgür irade. Bu alandaki tartışmalar giderek alevleniyor. Varlığımızın çok derininde olan bir mesele bu. İnsanlar bunun neyini tartışıyor diyebilirsiniz. Elimi kaldırmak istiyorum ve kaldırıyorum ve bunu kendi irademle yapıyorum, daha ötesi ne? Gelin önce özgür iradenin var olmadığını iddia edenlerin dayanaklarının ne olduğunu konuşalım. Hemen sonra da daha önemli bir meseleye geçelim, işin sosyal boyutuna. Özgür iradeye inanmak ya da inanmamak bizi nasıl etkiler? Bu inancın sosyal hayatımızdaki rolü ne? Bence bu konu özgür iradenin var olup olmamasından daha önemli.
Öncelikle özgür irade dediğimizde insanın hareketlerinde kontrol sahibi olduğunu ve davranışlarını seçebildiğini kastediyoruz. Hepimizin özgür irade denince aklına gelen şey aşağı yukarı bu, nitekim insanlara “özgür irade nedir” diye sorduklarında gelen cevaplar oldukça benzer çıkmış. (Monroe & Malle, 2010) Bu sorunun yöneltildiği insanlardan seçim yapabilmek, arzu edilen şeylere yönelmek, baskı altında olmamak gibi yanıtlar gelmiş. Benim de özgür irade deyince aklıma içeriden veya dışarıdan herhangi bir baskıya ya da yönlendirmeye maruz kalmaksızın istediğim şeyi yapabilme kabiliyeti geliyor.
Felsefi olarak zaten tartışılan bir mesele bu. Şöyle düşünelim, özgür irade diye bir şey varsa davranışlarımızdan biz sorumluyuzdur demek, öyleyse davranışlarımızın yargılanmasında da herhangi bir sıkıntı yok. Her türlü ahlaki sorumluluk bize ait. Peki ya eğer bizler sadece yapmamız gereken şeyleri yapan kuklalarsak ya da determinizmin dediği gibi davranışlarımız sadece sebep sonuç ilişkilerinden ibaretse? Ya aslında bizi yöneten ve farkında olmadığımız güçler söz konusuysa? O halde davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenemeyiz. Gördüğünüz üzere ahlaki bir mesele olarak karşımızda duruyor bu konu.
Bilimin bu meseleye el atması çok eski değil. Birazdan anlatacağım Benjamin Libet’in deneyi özgür iradenin varlığı yokluğu tartışmasında epey yankı uyandırıyor. Deney kısaca şöyle, Libet deneklere istedikleri bir zaman parmaklarını kaldırmalarını söylüyor. Deneklerin başlarına EEG adlı bir cihaz takılıyor, bu beyin aktivitesini ölçmeye yarıyor. Önlerinde de kadranı olan saat benzeri bir sayaç var. Libet diyor ki istediğiniz bir zaman parmağınızı kaldıracaksınız ve parmağınızı kaldırmaya karar verdiğinizde sayaçtaki konum neydi onu söyleyeceksiniz. Çünkü karar vermeyle onu hayata geçirme arasında bir gecikme olması gayet beklenen bir şey. Buradaki en önemli kısım parmağı kaldırmaya karar verme zamanı.
Ve sonuçlar şöyle çıkıyor: Evet, karar vermeyle harekete geçme arasında bir zaman farkı var. Bu yaklaşık 200 milisaniye (0,2 saniye). Ama en şaşırtıcı sonuç karar vermeyle beyin aktivitesi arasında da bir zaman farkı olması. Beyin hareketi bilinçli karar vermeden daha önce, 350-400 milisaniye kadar önce gözleniyor. Yani sen daha ben karar verdim diye düşünmeden epey zaman önce beynin o kararı vereceğini biliyor.
Bu sonuçlar özgür irade aslında yok mu gibi düşünceleri körüklüyor haliyle. Özgür irade diye bir şey yok, aslında her şey beynimizin bizi yönetmesiyle oluyor gibi çıkarımlar yapan oluyor. Özgür irade yalnızca bir illüzyondan ibaret, bana her şeyi beynim yaptırıyor gibi depresif inançlara eğilim artıyor. Ama deneyi bizzat yapan Libet biraz daha temkinli, direkt özgür irade var yok tarafgirliği yapmak yerine veto hakkımız olduğunu söylüyor. Bu ne demek? Evet beyinde bir hareketlenme oluyor, beyin hadi parmağını kaldır diyor ama insanlar bu emre uymayabiliyor, hayır parmağımı kaldırmayacağım diyebiliyor, beyinde hareketlenme olmasına rağmen parmağını kaldırmamayı seçebiliyor. Bu epey önemli bir bulgu.
Şu videoda daha güzel bir anlatım mevcut
Bu konu tartışıladursun insanların aklına şu soru geliyor: Özgür irade var ya da yok, her neyse. Ama özgür iradeye inanmanın bir işlevi var mı? Davranışlarının sorumluluğunu almanın ya da almamanın ne gibi sonuçları olabilir?
Ve son zamanların en sevilen konularından biri Özgür İrade İnancı oluyor. Size bu alanda yapılmış birkaç araştırma anlatacağım.
Vohs ve Schooler 2008 yılında bir deney yapıyor. İlk varsayımları özgür iradenin olmadığına dair insanları ikna edebilecekleri. İnsanlar genel olarak özgür iradeye inanırlar ama bilimsel kaynaklarla iknaya da açıktırlar. Bu fikirden yola çıkarak deneklerin bir grubuna özgür iradenin aslında olmadığına dair bilimsel bir metin veriyorlar. Bunu okumanın özgür iradenin olduğuna dair inançlarını zayıflatacağını düşünüyorlar.
Diğer gruba da özgür iradeyle alakalı olmayan bir metin okutuyorlar. Daha sonra herkese özgür iradeye ne kadar inandıklarını ölçmek için bir anket doldurtuyorlar. Bu anketi doldurduktan sonra denekleri bilgisayarların başına alıyorlar. Ekranda on sayıdan oluşan basit sayılabilecek toplama çıkarma işlemleri var, mesela:
1 + 1 + 8 + 1 - 18 + 12 - 1 - 19 + 7 + 1 = ?
Ama bir sorun var. Daha doğrusu deneklere bir sorun olduğunu söylüyorlar. Soruların cevabı bir süre sonra “yanlışlıkla” ekranda görünüyor. Ama eğer soru geldikten sonra klavyede space tuşuna basarlarsa cevap görünmüyor. Deneyi yapanlar deneklere diyor ki, evet böyle bir sorun var ve sorunun da çözümü space’e basmak, biz sizin space’e basıp basmadığınızı da bilemeyeceğiz, lütfen basın ki cevap “yanlışlıkla” ekrana gelmesin, önemli olan soruları kendiniz cevaplamanız.
Halbuki sinsi araştırmacılar cevapların ekrana gelmesini aslında kendileri ayarlamış, üstelik deneklerin space’e kaç kere bastıklarını da kaydediyorlar. Yapmaya çalıştıkları şu, insanlar soruları dürüstlükle kendi başlarına mı cevaplayacak, yoksa cevabın ekrana gelmesine izin verip kopya mı çekecek bunu inceleyecekler.
Sonuç olarak deneklerin özgür irade inançlarını zayıflatabildiklerini ve bu zayıflamış inanca sahip olanların daha çok kopya çektiğini buluyorlar.
Bu araştırmanın neredeyse aynısını depresyon ölçeği de ekleyerek lisans döneminde yaptım. Benim sonuçlarıma göre insanların özgür iradeye olan inancını zayıflatmak onlara bilimsel metin okutarak mümkün olmamıştı. Çok yakın zamanda yayınlanan bir makalede dindar insanların metin okuyarak özgür irade inançlarının azaltılamadığı gösterilmiş (Harms ve ark, 2017), sebebi bu olabilir. Ama anketteki “olacağı varsa olur” maddesine yüksek oranda katılan denekler daha çok kopya çekmişti. Bu da biraz önce bahsettiğim araştırmayla benzer bir şekilde özgür iradeye inanmanın ahlaki sorumlulukla ilişkili olduğunu gösteriyor.
Bir diğer eğlenceli bir araştırma, Baumeister ve arkadaşları tarafından 2009’da yapılıyor. Bunlar da çok sinsi, deneklere katıldıkları deneyin dil anlama ve kişiliğin ilişkisi hakkında olduğunu söylüyorlar. Önce onlara özgür iradeye dair inançlarını ölçmek için bir anket doldurtuyorlar. Daha sonra onlara bir zar atacaklarını, çıkan sonuca göre altı radyo programı kaydından birini dinleyeceklerini söylüyorlar. YALAN. Aslında herkes aynı kaydı dinliyor. Bu kayıtta Katie Banks isimli bir kadınla röportaj yapılıyor. Kadının anne babası bir trafik kazasında ölmüş, kardeşlerine kendisi bakmak zorunda kalmış. Bu sebeple eğer ona yardım edecek biri olmazsa okulu bırakmak ve çalışmaya başlamak zorunda kalabilirmiş.
Bu röportajı dinledikten sonra deneklere ne anladıkları filan soruyorlar. Daha sonra deneyin bittiğini söylüyorlar. YALAN. Denekler ayaklanıyor, tam çıkacakları sırasında araştırmacılardan biri diyor ki Katie Banks kaydını dinleyenler için bir duyurumuz var. Biz bölüm olarak ona yardım etmeye karar verdik. Ufak tefek ev işlerinde ona yardımcı olmak istiyoruz. Gönüllü olmak isterseniz formlar burada, hangi işlerde kaç saat yardımcı olabilirsiniz buraya adınızı yazın. İşte deneyin asıl kısmı aslında burası. Özgür iradeye inananlar mı daha çok yardım edecek, inanmayanlar mı? Sonuçlar gösteriyor ki özgür iradeye inanmayanlar forma adlarını yazmaya hiç yanaşmıyor. Öylece çekip gidiyorlar. En fazla yardım etmek isteyenler özgür iradeye en fazla inanlardan çıkıyor.
Aynı araştırmacılar bir deney daha yapıyor. Bu sefer konuları agresiflik. Bana çok ilginç geliyor bu deney. Birbirini önceden tanımayan 4-6 kişiyi bir araya alıyorlar ve ellerine birbirlerini tanımalarını sağlayacak sorular veriyorlar. Ve on dakika vererek tanışmalarını söylüyorlar. On dakika sonra deneklerle bire bir görüşüp diyorlar ki bu deney için biriyle eşleşeceksiniz ama bu kişinin saygı duyduğunuz ve hoşlandığınız biri olmasını istiyoruz. Şuraya en çok kiminle çalışmak istediğinize dair iki ismi yazın.
Daha sonra bu kişilere rastgele olarak iki cümleden birini söylüyorlar. Birincisi: Sana güzel haberlerim var, herkes seninle çalışmak istiyor. İkincisi: Maalesef kimse seninle çalışmayı istemiyor.
Bu sayede insanlarda sosyal reddedilme hissini oluşturuyorlar. Acıklı değil mi? Tamam bilimsel duruşumuzu bozmayalım, devam edelim. Bu bilgilendirmeden sonra “araştırmamız olması gerektiğinden farklı bir şekilde devam edecek, başka kişilerle eşleşerek bir tat deneyi yapacaksınız” diyorlar. Deneklere hangi tatları ne kadar sevdiklerini değerlendirdikleri bir form dağıtıyorlar. Bu formlar doldurulduktan sonra deneklere ilk araştırmadaki gibi özgür irade inançlarını zayıflatmaya yönelik cümleler okutuyorlar.
Sıra “tat deneyi”ne geliyor. Deneklere eşleştikleri kişinin tat formu veriliyor. YALAN. Aslında herkese aynı form veriliyor ve bu formda tatlı, tuzlu gibi tatları ne kadar sevdiği 21 üzerinden 7-15 arası değerlerde işaretlenmiş. Ama “acı”ya 21 üzerinden yalnızca 3 verilmiş, yani bu forma göre deneklerin sözde eşleştikleri kişi acıyı hiç sevmiyor. Deneklere diyorlar ki eşleştiğiniz kişi için salsalı tortilla hazırlayın. Salsa kavanozunun üzerinde birçok yerde “ACI” yazıyor. Araştırmacıların düşüncesine göre kişi ne kadar acı koyarsa o kadar agresif demek oluyor. Çünkü bu yemeği hazırladıkları kişinin acı sevmediğini bilmelerine rağmen ona acılı tortilla hazırlamış oluyorlar.
Ve sonuçlara göre artık şaşırmayacağınız üzere özgür irade inancı zayıflatılan kişiler tortillaya daha fazla salsa sosu koyuyor. Ama ilginç bir şekilde ilk baştaki sosyal olarak reddedilmenin pek bir şeyi etkilemediği görülüyor. Boşuna üzmüşler insanları. Yine de çalışmanın sonucunda şunu diyebiliriz: Özgür iradeye inancın azalması agresyonu arttırmış.
Bir başka araştırma da yaratıcılıkla alakalı yapılmış (Alquist ve ark, 2013). Özgür irade inancı azaltılan denekler birtakım sanat eserlerini eleştirilmeleri istendiğinde kendilerinden önceki katılımcıların yorumlarına daha çok bağlı kalmış. Bir de onlardan sözde yeni çıkacak bir ürün için isim bulmaları istenmiş. Ve onlara örnek bir isim listesi verilmiş. Özgür irade inancı az olan insanlar verilen örneklerle daha benzer kelimeler üretmişler. Yani özgür irade inancının azalmasının bir sonucu olarak uyum davranışının arttığı ve yaratıcılığın azaldığı görülmüş.
Bu alanda yapılan daha birçok çalışma var, hepsinden bahsetmeye zaman yetmez muhtemelen. Çıkarmamız gereken ders, özgür iradeye inanmalıyız inanmayanları uyarmalıyız. :) Şaka bir yana, tek başına özgür iradeye inanmak değil söz konusu olan, özgür iradenin tanımındaki o “kontrol” hissi çok önemli. Davranışlarında, hayatında kontrol sahibi olduğunu düşünmek.
Bilimin siz hepiniz beyninizin oynattığı kuklalarsınız diktesine boyun eğmemeliyiz, hormonların yüzünden böyle yapıyorsun demesine izin vermemeliyiz, her şey genetik hayatın için yapabileceğin bir şey yok gibi fikirlere kulak asmamalıyız! Benimle misiniz dostlarım! (Ne ara propagandaya başladım inanın anlamadım, her şey çok hızlı gelişti.)
Blogta gelmiş geçmiş en uzun yazı bu olabilir, sabrınız ve ilginiz için teşekkür eder hepinize iyi günler dilerim. Hoşçakalın, sağlıcakla kalın.
Kaynaklar
Alquist, J. L., Ainsworth, S. E., & Baumeister, R. F. (2013). Determined to conform: Disbelief in free will increases conformity. Journal of Experimental Social Psychology, 49(1), 80-86.
Baumeister, R. F., Masicampo, E. J., & DeWall, C. N. (2009). Prosocial benefits of feeling free: Disbelief in free will increases aggression and reduces helpfulness. Personality and Social Psychology Bulletin, 35(2), 260-268.
Harms, J., Liket, K., Protzko, J., & Schölmerich, V. (2017). Free to help? An experiment on free will belief and altruism. PloS one, 12(3), e0173193.
Monroe, A. E., & Malle, B. F. (2010). From uncaused will to conscious choice: The need to study, not speculate about people’s folk concept of free will. Review of Philosophy and Psychology, 1(2), 211-224.
Libet, B., Gleason, C. A., Wright, E. W. ve Pearl, D. K. (1983). Time of conscious intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness-potential). Brain, 106(3), 623-642.
Stillman, T. F., Baumeister, R. F., Vohs, K. D., Lambert, N. M., Fincham, F. D., & Brewer, L. E. (2010). Personal philosophy and personnel achievement: Belief in free will predicts better job performance. Social Psychological and Personality Science, 1(1), 43-50.
Vohs, K. D. ve Schooler, J. W. (2008). The value of believing in free will encouraging a belief in determinism increases cheating. Psychological Science, 19(1), 49-54.