Silkelen ve kendine gel, diyerekten başlıyorum. Bu ültimatomum kendime. Silkelen Sena ve kendine gel. Bu yazı ne tam bir günlük olacak ne de bir kişisel gelişim yazısı. Yüksek sesle düşünüyormuşum gibi yazacağım, oradan buradan, proje fikirlerimden, hayatımı düzene sokma ya da daha iyi bir hale getirme umutlarımdan. Biraz bilinç akışı, biraz kendime sitem. Hepimizde aşağı yukarı benzer kaygılar olduğunu düşünüyorum, düşüncelerimi dillendirme cüretimin sebebi bu. Belki çözüme giden yollar düşüncelerimizi paylaşmaktan geçiyordur.
Birtakım Düşünceler
Yirmili yaşların insanın kendini bulduğu yaşlar olduğu söylenir. Kendini bulmak demeyelim de, çocukluğa ve ergenliğe kıyasla daha sabit bir yola girmek diyelim. İlkokuldayken “büyüyünce” ne olacağımız bir günün ilk dersinden son dersine kadar birkaç kere değişebiliyordu öyle ya. Üniversite tercihleri bir nebze daha daraltıyor çerçeveyi ama yine nihai bir özelliği yok, bunun alan değiştirmesi, çift ana dalı, yüksek lisansı, doktorası filan var. Geriye dönüp baktığımda ayağıma gelen fırsatlarla yola devam etmiş olduğumu görüyorum. Hiç idealist olamadım. Yükseklerine yetişememe endişesiyle hedeflerimi düşük tuttum. Kendimce “haddimi bildim”. Kazanamayacağımı düşündüğüm yarışlara girişmedim. Güvenli bir çember çizdim etrafıma ve dur durduğun yerde diyerek uzaklara bakıp iç çeken hırslı tarafımı bastırdım.
Bilmiyorum, böylesi mi daha iyiydi? Bulunduğum korunaklı bölgede formumu bozmadan öylece durmak. Yoksa düşe kalka yontulmak mı daha iyi olurdu?
Geçmiş üzerine düşünmek kadar verimsiz başka bir şey bilmiyorum. Olan olmuş, tercihler yapılmış, doğru yanlış kararlar verilmiş. Üzerine düşünmenin ne gibi bir yararı olabilir bu saatten sonra? Ders almak diyebilirsiniz. Geçmişte yaptığımız hataları tekrarlamamak için ara ara geçmişi anmak. Şu şöyle olsaydı bu böyle olsaydı ne olurdu? Hayır hayır, hatalarımıza zaten hakimiz. Nasıl olmayalım? Bunun için geriye bakıp durmaya gerek yok. Bal gibi de biliyoruz ne yapmamız ya da yapmamamız gerektiğini. Sadece yapmamız gereken şeyleri yapamıyoruz. Yapmamamız gereken şeyleri de yapmaya devam ediyoruz.
O zaman bizim şimdi düşünmemiz gereken şey nasıl harekete geçebileceğimiz. Bunun üzerine düşünmeliyiz. Psikoloji mezunu olmamın ve biraz da içedönüklüğümün bana sağladığı fayda, sürekli bir iç takibi, kendi davranışlarımın analizini yapma eğilimim olması. Kendini gözlemleme işini herkese tavsiye ediyorum. Neyi neden yaptığını bilmemek, nasıl hissettiğinin kontrolünde olmaması, kendini tanımadığın için olmadık işlere kalkışmak gibi nahoş durumlara karşı güzel bir yöntem. Tabi konuya tamamen hakim olmak mümkün değil, ilim kendini bilmek ve bu hiç de kolay değil.
Gözlemler
Kendi gözlemlerim sonucu hayatımda bir miktar stresin olmasının bana çok iyi geldiğini gördüm. Harekete geçmek için gerekli olan motivasyonumu sağlayan da bu azıcık miktardaki stres. Kuş tüyü yorganların arasında ne kadar beklersem bekleyeyim bir şey yapasım gelmiyor, halimden de bir o kadar memnun oluyorum, hiçbir şeyi değiştiresim gelmiyor. Bu sebeple alışveriş listeme “azıcık stres” maddesini ekliyorum.
Bir diğer gözlemim, bir otoriteye ihtiyaç duyduğum. İnsanın bunu kendine itiraf etmesi çok çok zor, inanın ki kendimle epey bir boğuştum bu konuda. Otoriteye itaat resmen hücrelerime desen desen işlenmiş, güçlü olanı haklı bulma eğilimim var. Otoriteye karşı olanlara otomatik bir tepkisellik halindeyim. Ana akım bilimi, edebiyatı, sanatı seviyorum. Bir alanda otoritesi olan herkese sorgulamadan inanıyorum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir “rebel” olamayacağım. Bu benim canımı sıksa da “otorite”yi de listeme ekliyorum. Beni kontrol edecek, bana sorumluluklarımı hatırlatacak patronlara ihtiyacım olduğunu kabul ediyorum.
Bir gözlemim de hevesimin hemencecik sönebilmesi. Elbette bunun sebeplerini bulmak önemli olan. En önemli sebebim esnek olmayan şartlar yüzünden bazen yapmam gereken şeyleri yapamamak. Ve zinciri kırmak. Sanki domino taşlarını dizmişim ve bir tanesine parmağımın ucuyla yanlışlıkla dokunmuşum gibi. Tüm yapılacaklar listem alaşağı oluyor. Bir daha da toparlayamıyorum. Tabi bu durum için çözüm basit, esnek kurallar koymak. Ama gelin görün ki mükemmelliyetçilik yoluma çat diye dikiliyor.
“Ya hep ya hiç” düşüncesinden muzdaribim. Elbette bu tür inançlar değişmez değil, inançları değiştirmek biraz uğraştırıcı o kadar. Reddedilme korkusu olan adamın her gün reddedilmeye çalışarak bu korkusunu yenmesi gibi yarım yamalak işler yaparak bu düşüncemden kurtulmaya çalışabilirim. Henüz bir girişimde bulunmadım ama yapılacaklar listeme bunu da ekleyeyim.
Somut Adımlar
Biraz da pratik hayattan bahsedeyim. Sahaya inelim öyle ya. Telefon, bilgisayar ikilisinin ekseninde gidip geliyorum gün içinde. Açıkçası yapmam gereken işlerin bir kısmında da bunları kullanmam gerektiği için derdim tek başına telefon ya da bilgisayar değil. Ama yapmam gereken işi bırakıp lüzumsuz sitelerde vakit öldürmek çok çok yaptığım bir şey, belki de günümün yarıdan fazlasını böyle geçiriyorum. Halbuki şimdiki enerjimi, şimdiki zihin berraklığımı, şimdiki kadar boş zamanı başka ne zaman bulabileceğim? Hiç. Bu üçü bir arada bir daha hiç bulamayabilirim. Her geçen gün bir önceki gündeki halime kızmaktan da geri de kalmıyorum ama. “Dünkü Sena, neden vaktini boş geçirdin?” Demiştim ya geçmişle uğraşmak boş iş, halbuki şimdiki Sena’ya kızsam, otur romanını yaz desem, işin ne biraz makale oku desem, çık bir yürüyüş yap buraları belki rüyanda dahi göremeyeceğin zamanlar da olabilir desem.
Şimdilik şu konuşmayı dinledim, sitelerini biraz inceledim ve bunlardan gaz alarak hayatımda birtakım değişiklikler yaptım. Instagram’ı zaten silmiştim, sadece ara sıra tarayıcıdan girip bakıyorum, ama eskisi gibi keşfette saatler geçirmiyorum artık. Twitter’ı, Chrome’u, Gmail’i ana ekranımdan kaldırdım. Onları açmak için emek harcamam gerekiyor. Okumadığım tüm mail listelerinden çıktım, güncel mail hesabım dışındaki hesaplarımın bildirimlerini kapattım. Twitter’ın “mention” dışındaki bildirimlerini kapattım. Bunların telefonu zırt pırt kontrol etme dürtüsüne iyi geldiğini söyleyebilirim ama telefonda geçirdiğim zamanı azaltmakta bir faydası olmadı.
Projeler
Şunu yapsam bunu yapsam dediklerim arasında bir “nasıl yazılır” gibi bir edebiyat serisi hazırlamak var, bu işin piri filan olduğumdan değil ama yabancı kaynaklar bu anlamda çok zenginken Türkçede daha pratik anlamda “nasıl öykü yazılır”, “nasıl roman yazılır” gibi yazılar pek yok. Bilmiyorum ilginizi çeker mi? Ya da böyle şeyler aslında yazılıp çiziliyor da benim mi haberim yok? Belki böyle bir seri hazırlamak bana da yazmamda yardımcı olur.
Sizin verimlilik adına attığınız adımlar neler? Kendinizde gözlemlediğiniz sorunlar neler? Bana yazabilirsiniz. Belki birlikte genellemelere ulaşırız. Selametle kalın sevgili okurlar.